13 Haziran 2007 Çarşamba

İstanbulAlgısı-Çekirdek-Hafıza [ArşivOxy]

Pazar günüm özlemle beklenen bir tatil havasında geçiyor. Hafta boyunca çok çalışmış(!) ve çalışma yoğunluğum ne olursa olsun “yorulmuş” olduğum şartlaması beni ele geçirmiş. Cumartesi gecesinden uykusuz kalmanın verdiği bir tadı da bu haftasonu fikrinin üstüne serpiştirince, sabah mahmurluğu zevk vermeye başlıyor. Hayattan daha çok tat aldığıma inanmak istiyorum..

Önce cumartesi.

Hatırlamıyorum..

Çok unutkan olmaya başladım. Çok uykuya kaçmam gibi.

Çok uyumaya başladım. Çok unutmak istemem gibi.

Yurtdışında yaşayan teyzem ve yeğenlerim geldi. Üç tane dünya tatlısı canavar. En küçüğü sünnet oldu ve 6 yaşın taşıyabileceği maksimum olgunlukla annesinden yeni bir talimat gelene kadar sırt üstü salonda yattı. Kendi kendine oyunlar icat ederek. Bizim için küçük, doğumunda rahatsızlık geçirdiği için hep yüzüstü uyuyan bir çocuk için çok büyük bir azim.


Yeni nesil kendisine zarar vermeme konusunda benden çok daha istekli/bilinçli.


Sanırım Cumartesi onlara gittim.. Yoksa niye anlatayım..?


img206/8272/koyukahvefalks8.jpgGece uykusuz.


Sabaha kadar beni bu dünyada anlamayı başarabilmiş olma meziyetini fazlasıyla takdir ettiğim Elo ile televizyon satıcılığının en son noktasına ulaştığının kanıtı olan şişme portatif yatak üstünde cips-kahve-sigara+çikolata yaptık. Aperatif olarak sohbet vardı.


Bir de blumik davranışlar.


Bkn. Stupid girls.


Parça parça görüntüler de var.

İzmir caddesi. Gün ortası. Teyzem hararetle tuvalet arıyor. Bir cafe var, kademe kademe aşağı iner şekilde yapmışlar. İçi kahvehane, dışı kafe. Olanca sevimliliğimizle lavaboyu kullanıp kullanamayacağımızı soruyoruz. Humprey Bogart edasıyla kaşlarının üstünden bize bakan mekan sahibi, yumuşak bir gülümsemeyle yolu gösteriyor. Nezaket görmenin verdiği tatminle yolu bulup işimizi hallediyoruz. Dışarı çıkarken, ben yine zaman ve mekandan kopup dondurma istiyorum. Çıktığımız kafenin bir de külah dondurma makinesi var. Ama ben Maraş usulü istiyorum. Çok seçiciyimdir. Tam kapıdan çıkarken makineye şöyle bir göz atıp sesimin ne kadar kuvvetli çıktığını fark etmeden zihnimde konusuyorum: “-Buradan almayalım çok bayat görünüyor ıyk!”


Başımı çeviriyorum ve Humprey’le göz göze geliyoruz. Tüm iğrenç duyguları o an bana yönelmiş, okuyorum.

Pazar anılarım daha az utanç verici.

Kemal amca ziyarete geldi. Babam yarısı, yakın arkadaşı muhteşem insan.

Beni hayata güldürüyor, sonrasında söylediği her şeyi ne kadar totaliter de olsa alıp içselleştiresim geliyor.


1970-90 arası ünlü Fransız , İngiliz ve amerikan aşk şarkılarını dinliyoruz. Annem hergün dinlemesine karşın bir türlü bıkmıyor. Ben çoktan tükettim.


“Bu şarkılar bana muz gibi geliyor anne. İlk yediğim muz nefistir, ikincisi yine süperdir. Üçüncüde sıradanlaşır,doyarım. Dördüncüde midem yorulur. Beşinci muzu yiyemem anne.”


Kemal amca müdahale etti. “Bizim kuşak için bu şarkılar çekirdek çitlemektir, Oxy.”


Ben iptal.


**


Ortada yeniyetme bir mezun olunca, sohbet malzemesi olmaması işten değil.


Hayatımdan, hayata bakışımdan, yaptıklarımdan ve tatilden bahsettik. Ada’dan bahsettim. İstanbulluların “ya İstiklal(cadd.) ya ölüm!” mantığını nasıl çözdüğümü anlattım.


Bir Ankaralının İstanbul algısının, kar dışarıda buz gibi lapa lapa yağarken perdeyi sıyırıp sıcak battaniyenin altında sütlü nescafeyle camdan onu izlemek olduğunu söyledim. İstanbul inanılmaz özgün tadı olan fakat tehlikeli bir yer.


Tehlike sınırları Ankara’da çok yumuşaktır ve süprize mahal vermeyecek sinyallere sahiptir. Güvenli muhitten tehlikeliye giden istikamet birkaç kilometre alır ve değişen sosyo-ekonomik yapı/ insan profili belli bir homojeniteyle sakince değişir. (ÇankayaàKızılayà Sıhhiyeà Ulusà Altındağ…vs) her adımda neyle karşılaşacağınızı bilirsiniz.


Oysa istanbulda bir ayağınız güvenli sarıdayken, diğeri siyaha basıyor olabilir. Sadece tek sokak mesafesiyle dünyanız değişebilir.


İstanbul kardır. İstanbullu karda yürümeyi, oynamayı, karın zevkini çıkarmaya aşıktır. Dünya kendisine bu muhteşem zevki bahşettiği için müteşekkirdir.


İstanbul Ankaralı için sadece “kaçılası” bir yerdir. Yaşanası değil.

Anakara’lı soğukta donmayı, kulağına su kaçmasını göze almaz. Çok isterse eldiveni ıslanana kadar bir iki kar topu yuvarlar. Sonra hemen güvenli evine döner, tatmin olmuş şekilde, sıcak battaniyesi altında , beyazın güzelliğini takdir ederek ayağını kalorifere dayar. Yüzünde güvende olmanın verdiği huzur , camda parmaklıklar.

Hiç yorum yok: