26 Ekim 2011 Çarşamba

Van Depremi ve H.A.A.R.P Projesi OYUNLARI

Konuşmayayım dedim, herkes biliyordur dedim, kimsenin bi halt bildiği, farkında olduğu yok.
Bir de ben yazayım o zaman.
Artık eskisi gibi uzun uzun yazacak yüreğim kalmadı.
Herkes gibi, acı çekiyorum.
Burada okuyacaklarınız ne bir komplo teorisidir, ne de bir "inanç" meselesidir. "Ben inanmıyorum arkadaş, bu mümkün değildir bence" diye bir cümle yok. Gerçeklere kulaklarınızı ne kadar tıkamak isteyip, kendinizi güvende hissettiğiniz sanılgısına ne kadar sıkı bağlandığınızla ilgilidir…

Van Depremi'nin  zamanlaması sizce de ilginç değil mi?
Tam; önce resmi açıklamalara göre gelen 24(+2) şehit haberiyle sarsılmış , bazı kaynaklarda 80 küsür olarak geçen korkunç rakamla alt-üst olmuş ve daha önce körü körüne bağlı olan kesimlerce de ARTIK NİHAYET hükümeti eleştirmeye başlamışken… Medya kanalları "kontrollü" şekilde haber yapmasına karşı Türkiye'de inanılmaz bir hızda -adeta çığ gibi- büyüyen bir anti RTE tepkisi oluşmuşken.. Şehit babası çelenk'in üzerindeki Başbakan'ın adını yere indirtmiş http://www.dailymotion.com/video/xjxw2o_yehit-babasynyn-baybakana-isyany_news  (ve akabinde bu haber medya karartmasına kurban gitmişken) askerliğin siyasi entrikalardan oluştuğu halk kitlelerince sorgulanmaya başlamışken, gündem bir gecede değişerek, VAN'da deprem meydana geldi.

Bu olay kimlerin hoşuna gitmez?
Herşeyden önce hükümetin hoşuna gitmez. Ama gündemi;çok daha büyük bir kitlesel yıkım ile değiştirebilecek araçlara sahip değil.
Başka?
Büyük Ortadoğu Projesindeki muazzam işbirliği nedeniyle  RTE'yi kullanan Amerika'nın hoşuna gitmez. Ancak halkın itaatiyle başkan kalmaya devam edebilecek biri,  halk tarafından en temel ihtiyaç  olan güvenlik sarsıldığında yönetimden düşebilir.
John Lock'un  belirttiği gibi;  toplumla devlet arasında sözsüz olarak imzalanmış  bir akit vardır. Toplum  sahip olduğu  özgürlükleri üzerinde insiyatif kullanma hakkını kendi iradesiyle devlete teslim etmiş ve karşılığında güvenlik ve düzen sözü almıştır. Toplumla devlet arasında yapılan bu ilk akitten beri görevler ve ödevler temelde budur. Güvenlik gibi en temel sözünü yerine getirmeyen, ülkesini teröre sürükleyen bir hükümete; Türk halkı gibi itaati yüksek bir millet bile isyan edecektir. Etti de.
Lakin;
Türk halkını çok iyi tanıyorlar. Gözümüzün ne zaman yaşaracağını, aklımızın, kalbimizin ne zaman  duracağını biliyorlar. Kitlesel ölüm -hem de doğal afet başlığı altında- geldiğinde; hiçbirşey sorgulamadan  herşeyi bir kenara bırakıp hafızamızın sıfırlanacağını da biliyorlar. İşin kötüsü, gündemi değiştirerek terör  yapabilecek araçlara sahipler. Nasıl mı?

H.A.A.R.P Projesi'nden bahsetme zamanı geldi.
Yüksek Frekanslı Etkin Güneşsel Araştırma Programı (İngilizce: High Frequency Active Auroral Research Program) ya da kısaca HAARP, ABD Ordusu, ABD Donanması ve Alaska Üniversitesi tarafından ortak yürütülen İyonosfer'in özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere Alaska'da sürdürülen çalışmadır. İlk kez Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı Nikola Tesla tarafından ortaya atılmış bir fikirdir.*
Videomusu izleyelim hemen:






Bu proje 6 yıldan beri, Alaska’da Gakona askeri üssü yakınlarında, ABD Hava ve Deniz Kuvvetleri’nce gerçekleştiriliyor. Resmi amacı, İyonosfer’de araştırma yapmak. Bu projenin gerçekleşmesinde üç Amerikan şirketi ARCO, Raytheon ve E-Sistemleri, önemli rol oynadı ve hâlâ oynuyor.. 

Amerikalı askeri yetkililere göre, HAARP şunları gerçekleştirecek: 

1-Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek,

2-Denizaltılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak, 

3-Radar sistemlerini son derece geliştirmek, 

4-Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak, 

5-EMass ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar incelemek, 

6-Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek, 

7-Cruise füzeleri gibi her türlü saldırı silahı ve uçağı havada imha etmek. 



Projenin karşıtlarından biri olan, ülkenin en ünlü jeofizikçilerinden Prof.Gordon J.F.MacDonald’e göre, elektromanyetik teknoloji bakın daha neler yapabilir: 


1-İklimleri değiştirebilir, 

2-Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir, 

3-Ozon tabakası ile oynayabilir, 

4-Deprem yaratabilir, 

5-Okyanus dalgalarını kontrol edebilir, 

6-Dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir, 

7-Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilir... 

Bunlar yapabildiklerinin sadece bir kısmı..






Durum "yok artık daha neler ben inanmıyorum" boyutundan o kadar uzak, ve bu tesisin yapabildikleri o kadar GERÇEK ki; Amerika Hava Kuvvetleri, iklimlerin kontrolünü amaçlayan “Spacecast 2020” projesi ile ilgili olarak “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek veya zarara uğratmak yasaktır” açıklamasını da yapmış durumda…

Hala şüphelilere ilginç bir nokta daha;  bu konuda Web’de açılan sayfalar, buradaki konuşmalar, gelen bilgiler, tartışılan konular sık sık esrarengiz eller tarafından silinip yok ediliyor. HAARP,  1994 yılından bu yana, en çok sansüre uğrayan konulardan biri..

1999 depremi, dünyadaki Tsunamiler, Ozon tabakasındaki sıkıntı, Küresel ısınma, ….(boşlukları doldurunuz...)

Van depremi; ABD tarafından Büyük Ortadoğu Projesi'ne zarar gelmesin diye  sismik hareketler devreye geçirilerek oluşturulmuş bir  TERÖRdür. Gündem değiştirilmiş, kısa süreli hafızalar resetlenmiş, bin masum kişi bu uğurda öldürülmüştür.

VE BU SIRADA Van'ın yeniden yapılandırılması gündeme geleceğinden, Asfaltlamadan inşaat sektörüne PEK ÇOK ABD şirketi bu durumdan nemalanacaktır.

Sonuç;
İsyan bayrağımızı doğaya çekme zamanı geride kaldı. Hayatlarımız üzerinde oynanan SİYASİ olayların korkunç boyutlarının farkında olalım.

Bugün farkında olmak, yarın birşeyler yapabilmek demektir.

Sevgiler..




NOT: Bilimsel olarak HAARP'ta nelerin nasıl yapıldığına dair bilgi isteyenler (TÜRKÇE) http://www.antrak.org.tr/gazete/012001/mutlu.htm


25 Ekim 2011 Salı

Ziyaret

Dün gece, daha önce  rüyamda 2 defa gittiğim bir yere gittim yine. Orayı ata binmek için kullanıyorum da denebilir. Yemyeşil bakımlı bir yarı-ormanlık alan, çeşit çeşit atlar var. Ne zaman gitsem oraya benimle ilgilenen, bana; benim istediğim beyaz atımı getiren bir Sinan var. Sinan çok yakışıklı bir adam. Ama esas ilgilendiğim; kibarlığı ve bana gösterdiği hürmet. Çünkü atımla dolaşmam, dinlenmem ve eğlenmem için gereken herşeyi sağlayan bir adam.
Üçüncü kez gelişimden son derece memnun, güler yüzle karşıladı beni. Ona "benim beyaz atım nerede?" dedim. Aslında orada kimsenin "şahsına" bir at yok. Her giden ve ata binmek isteyen kişi, boş olan, sırası gelen bir atı alıyor ve sürüş keyfini öyle yaşıyor.  Ama ben gittiğimde hep bindiğim beyaz; sırtında açık kahverengi lekeleri olan akıllı ve asil bir dişi atım var. Sinan'ı bu yüzden seviyorum.  Benim atımı bana saklıyor.
Dişi atımın adı ya Fırat ya Murat, tam hatırlayamıyorum. Ama gözleri öyle anlamlı bakıyor ki, br şekilde at ve sahibi arasında kurulan o bağdan ikimizin arasında kurulmuş olduğunu hissediyorum. Atımla bakışarak konuşuyoruz. Beni özlemiş olduğunu hissediyorum. Onu gördüğüm zaman içimi kaplayan huzur ve mutluluğu tarif edebilecek kelimelerin olduğundan şüpheliyim. Sanki, Zorro ve atı Tornado gibiyiz.. 

24 Ekim 2011 Pazartesi

Birand-Dündar ve Cüneyt Özdemir

Rüyamda Acayip bir ülkedeydik. Aynı anda hem lacivert gecenin görüntüsü hem güneşin batarken oluşturduğu kızıllık hem de mavi gökyüzü görünüyordu. Renkler ve zamanın "aynı andalığı" öyle inanılmaz boyutlardaydı ki..Bir günün sabah öğle akşam renkleri aynı anda oradaydı. Tatlı beyaz bulutlarla süslenmiş  gerçeküstü bir Rönesans yağlıboya tablosu gibiydi. Renk doygunluğu tavan yapmış, ufka uzanan muhteşem bir perspektifte, bulunduğum yer itibariyle biraz da tilt-shift uygulanmış gibiydi..Bir fotoğrafçının rüyasından bahsediyoruz.Nasıl tarif edebilirim ki başka..

Ben bir odayagirdim. Mehmet Ali Birand bir masanın arkasında oturuyor ve sohbet ediyordu.  Yanımdaki sandalyede Cüneyt Özdemir, az ilerideki sandalyede de Uğur Dündar  vardı. Birand bana "neden  yanımda başlamadın ki işe?" dedi. "Çok daha kolay olurdu ve şimdi epeyi ilerlemiş olurdun."
Aklımdan  [Tamam, şirketi hemen devreder, Birand'la çalışmaya başlarım.. Neden olmasın..?] diye geçerken Dündar devreye girdi. "Bizimle çalışmayı düşünmez misin?"
Ağzımdan tek kelime çıkmamış olmasına sevinerek düşünmeye devam ettim. [Dündar bana daha yakın bir adam. Onun kadrosunda olmak daha iyi hissettirir..]
Ben bunları düşünüp henüz ağzımı bile açmamışken, yanımdaki sandalyeden Cüneyt Özdemir taktik verir gibi fısıldayan bir edayla adını şuan hatırlamadığım fakat Doğan Gruptan ünlü bir gazeteci olan  ve Dündar'ın az ilerisindeki sandalyede oturan havalı kadını işaret ederek;
"Bence oradaki kadına oynamalısın ilk kozlarını." dedi.

Allam,
Herkes beni istiyor ama benim alakasız bir sektörde şirketim var?
Yavaş geliniz..