31 Temmuz 2007 Salı

My Dream Boat

Özlem..Anılarla bağlantı kurduğumuz aciz anlar.
Heyecanlı kalp atışları. Her defasında sıkıntılı geçmesine rağmen "hayır, yolculuk süperdi, bomba gibiyim" demek . Havanın tuz kokması, yazlık yerde "gibi" olma hissinin kişiyi ele geçirmesine izin vermek, tüm stresin yok olması . Her defasında artık adım adım ezberlenmiş de olunsa da o hep "ilk defa" ve "nev-i şahsına münhasır" şeyler yaşanacağı heyecanıyla dalgalar arasında beklemek... Terle dolu tırmanışlar, artık gelenekselleşen küf ve bozulmuş yemek kokusunun, açılan kapının hemen ardından yüze çarpması, bünyeyi rahatsız etmeyecek bir aidiyet geliştirmek.

Güneşin doğmasının anlamlı olduğu tek yerde olmak.. Güneşe yetişememek.

Zamanı durdurmak için ıkınmak, işe yaramaması.

Özlem.

Ulaşım araçlarına yetişmenin hayati anlam taşıdığı, bir tanesini kaçırmanın bile en az 40dk zaman kaybettirdiği bu yenidünyada, kaybedilen zamanı zevkle değerlendirme anları.
Ele geçirilmek..
Kaçış mı/ hapis mi sorunsalı üzerine gizliden gizliye düşünmek..
Akşam oldu mu düşüncelerin gıdıklanmasını.
Gıdıklanarak uyanmak.
Bitmemesi için yalvarmak.
Bitmesi.
Özlem.

24 Temmuz 2007 Salı

Kendinin Doktoru


Hayata Dair, Bugünler…

Hayatımdaki her şeyi düzene sokmak adına, bir hevesle spora başladım. Biliyorum ki davranışlarını değiştirmeden tutumunu değiştiremezsin. İlk zamanlar spora ayırmak istediğim zaman dilimini –iş sonrası saatlerimi- hayatımdan çalmak isteyen milyon tane ıvır zıvır şey olduğunu fark ettim ve boş olduğunu sandığım hayatımın pek de boş olmadığını fark ettim. Kendimle ilgili ilk teşhisim, kafamda gerçekleştirmeyi düşündüğüm şeyleri yapmadığım sürece hayatımdaki kalan her şeyi aşağılama eğiliminde olduğum. Bu, kendime yapılan bir haksızlık mı, tembelliğimin haklı sonucu mu karar veremedim. Zaman kaybediyorum.

Bulmam lazım. Önce zaman bulmam lazım. Bir arkadaşım “yeni insanlar” bulmamı tavsiye ediyor. Yeni eş dost arkadaşlar.. Haklı olduğuna karar verip, önceliği kendime verdim. Önce kendimi bulacağım. Arayanın bir yüzü, ortaya çıkmayanın…

Ne kadar kötü durumdaysa o kadar rahat davranmalı insan. Kendi kendinin doktoru olacaksın J Mesela son 3 haftadır her sabah taksiyle gidiyorum işe. On katı fazla para (tam on), her sabah. Ama boş versene, otobüste yer bulamayınca üstüme gelen asabiyet bulutlarını yaşamamaya değer! Sonra, bana indirimli gelen bir markadan, maaşımın 2 katı tutarında kozmetik malzemesi aldım. Nasıl iyi geldi, nasıl.. Bankadan 2 defa kredi çektim, hiç dokunmadı, pek mutluluk verdi. İşin kötüsü tam bir promosyon canavarına dönüştüm. Evden deterjan almak için çıkıp, abartmıyorum, yanında kenarında köşesinde “indirim” ya da “bir alana bir bedava” gördüğüm her temizlik ürününden aldım! Renkliler için domestos ultra 4 kg alana 4 kg BEDAVA, kosla oxy beyazlar için %20 EXTRA, vernel 8kg’larda İNDİRİM, Tursil bembeyazlar için migroscard İNDİRİMİ… Bunlar ilk adımda aklıma gelenler. Çeşit çeşit ev kokuları ve aptal aparatlarını, ya da klozetin 3 ayrı tarafına takılabilen şu hijyen budalalığı ürünler ile, bi de rezervuara atılan mavi toplardan avuç avuç aldığımı saymıyorum. İndirimli kireç sökücüler, parlatıcılar, ah’lar of’lar.. Her şey. Ohh ne güzel harcadım.

İhtiyacımız olan neydi?
Deterjan.
Suçlu kim, bilemedim.

Soğuk su içirip kısılmasını sağladığım içseslerden biri kırçıllı sesiyle fısıldıyor:
“-Şu parayı akıl doktoruna verseydin ya, akılsız…”


17 Temmuz 2007 Salı




Gece, gündüz.
Birkaç zamandır düşünceli zihnim. Belli kalıplarda kendini tekrarlayan sıradan döngü görüntüsünün altında tarih yazılıyor. Tecrübelerimin gayri resmi tarihi. İnsan ilişkilerinin küçüklüğü, bu küçüklüğe fazla gelen bünyenin çözülmesine uzayan yol.

Sabah 7:00, uyanıyorum. Syler beni nasıl buldu? Kaçamayacağımı anladığım noktada gerçekten uzlaşmacı mıyım? Kendisinde zaten varolan özelliğimi neden almak istiyor… Beynimi yiyecek mi? Onunla flört ederken aklımdan ne geçiyordu..?

Kaplumbağalarımın suyu buharlaşarak azalmış. Eh, mikrodalga fırının içinde güneşlenmek kolay olmasa gerek.

Artık olayları çok da ayıramayan zihnim, nefes aldığım gerçek dünyayı algılayabilmek için, gerçekliği dokunabildiğim ve dokunamadığım durumlara göre ayırt etmeye başladı. Dokunma hissini yaşamama rağmen olayların her gün kaldığı yerden devam ettiği statik zamanın olduğu dünyada değilsem, uçmayı deniyorum. Her gerçeklikte uçamazsın. Uçamıyorsam güvendeyim.

İşyerine geliyorum. Varlığımın yanında kendisini aşağılık biri gibi hissettirdiği canlı türü bana yanaşmaya cesaret edemezken, bilgisayarda ne yaptığımı merak ediyor. Bakıyorum, trojanlar ve wormlar göndermiş. Bunun anlamı korku. Merakı tetikleyen.Komik geliyor. Siliyorum. Hoşlanmadığım duygularla dolu bir balonda yaşayan canlı türü.

Herkes kahraman olmaz.

Hani bütün güç içimizdeydi?

10 Temmuz 2007 Salı


Kaçışımı kendi ellerimle tıkayışımın, nemiyle boğduran hikâyesi bu.
Kaçış.




Büyük bir mikrodalga fırının içinde kaplumbağalarımı güneşlenmeye bıraktım. Fırın çok geniş ve yüksekti, İngiliz metrolarına benziyordu. Salonun tam ortasında duran fırından kafamı dışarı doğru çıkardım, baktım kimse gelmemiş daha. Tekrar içeri girince, şok oldum. Bir sürü güvercin, başımı çevirmemi fırsat bilmişler ve kaplumbağalarımın kollarını bacaklarını yemişler. Bir tanesi hala aç gözlülükle kabuğunu gagalıyor. Eksik kol ve bacaklarıyla, kaskatı kesilmiş kaplumbağalarım. Bir tanesinin kabuklarının kenarından tutuyorum ve havaya kaldırıyorum, uçan güvercinlere nefretle küfrederken. Ölmüş.
Huzursuz şekilde fırından dışarı çıkıyorum, kapağı kapatıyorum.