28 Nisan 2008 Pazartesi

Mola, molaa

Birşeyler anlatmayı nasıl da özledim.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul'daydım. Daha yola çıkalı birkaç saat oldu olmadı, burnuma tuzlu su kokusu gelmeye başladı. Artık nasıl özlediysem.. Yeşil vadilerle doluydu görüş alanım. Fantastik bir heyecan seline kapıldım. . Dağlara ovalara bakarken, yüzyıllık savaşları ve hayatıma ejderha siluetinde girmiş insanları,onlara katılan anlamlarla yücelen değerleri sorguladım.. Bir süredir hiç aklıma gelmeyen şeyler, eriyerek toz bulutuna karıştığını düşündüğüm eski düşüncelerden örülü bir sepet.. Şehir başka, ama şehre giden yolda önceden kaybolmayayım diye bıraktığım anı kırıntıları çok başka. Hatta, ciddi bir hesaplaşma.

Reklamın iyisi kötüsü olmaz aslında, ama yine de dayanamayacağım, Kamilkoç'tan bahsetmem lazım. Otobüse bindiğimde hiçbirşeyim yokken, yarım saat içinde dayanılmaz sancılar çekmeye başladım. Vücudum görevini falza iyi yapmış, içtiğim litrelerce suyu bir güzel işlemiş. Bir sancılar var, ama nasıl, felaket. Dayanmak için derin derin nefes alıyorum, düşünmemek için bildiğim meditasyon tekniklerini filan uygulamaya çalışıyorum…nafile! Bir nebze azalmıyor. Aradan bir saat ya geçti ya geçmedi, ortalarda dolanan muavine nazikçe sordum:
"-Bakar mısınız, ne zaman mola vereceğiz acaba?"
Pembe yüzümle sorduğum pembe soruya nemrut muavin ağzında birşeyler geveleyerek cevap verdi:
"..bi kaptana..sorayım.."
Dakikaları sayıyorum. Cevap gelecek ve en azından ne kadar süre bunu çekeceğimi bileceğim.
Yarım saat geçti. Gözlerimle adamı arıyorum. Önce işlerini halletti, kek ve su servisi yaptı. Ardından kendine bir kahve koydu, bir tane de kaptana azırladı. Gitti, ön tarafa oturdu. Karşılıklı kahveleşmeye başladılar.
Ben kıpkırmızıyım artık.
Neden sonra, hatırladı zannımca, kaptana "mola ne zaman, yolcu soruyor" dedi. Dudaklarını okuyorum adamların, pür dikkat.
Kaptan mülayim adam, "ha, birazdan veririz sorun değil" dedi.
Bi mutluyum bi mutluyum anlatamam. "birazdan" kavramını kendi istediğim gibi algılıyorum ve karşımıza benzinlik çıkmasını bekliyorum.
Ha şimdi, ha geldik, ha gördüm benzinlik mi o, derken, aradan bir saat daha geçti.
Ben mosmorum artık.
Muavin bey tenezzül edip bana "birazdan"ı bile söylemediği için de ayrıca sinirliyim. Kan beynimde turşu oldu.
Dayanamadım, yüzümün aldığı o korkunç ve sinirli buruşuklukla tam yanımdan geçerken kendisine patladım:
"-Mola NE ZAMAN???"
Hiç mahçup olmadan, yılışık bir gülümsemeyle;
"aa biri daha sormuştu, o sizdiniz değil mi, ehehehh, ben bi sorayım"
"BEKLİYORUM…"
Öyle fena baktım ki, bakışlarını benden kaçıramadan, astığı suratıyla öne doğru ilerledi.
Bu defa ne yazık ki dudaklarını okuyamadım. Kaptanın kulağına eğilip fısır fısır brişeyler söyledi. Bekledi, tekrar söyledi. Yüzünü tekrar bana döndüğünde, yılışık olmaktan öte bir tatmin sırıtışıyla yanıma geldi ve konuşmadan parmağını göstererek "1 saat sonra" dedi.
!!!
Ve ben…tam..bir saat boyunca..her dakikayı tam 60 kere sayarak, 60 sayfa kitap okudum. Sabrettim, oruç tuttum, bekledim.
Acıdan bayılmak üzereyim.. Saate baktım, 1 bucuk saat geçmiş. Ortalarda muavin filan yok. Koridora eğilip en arkada sohbet eden görevliye işaret ettim. Benim işaretimi görür görmez gözlerini yumdu ve başını uyuyor pozisyonunda yana yatırdı.
Hay ben..
Hmm.. Demek öyle.
Son bir güçle yerimden kalktım, şöförün yanına geldim, ve tüm saygımla;
"Şöför bey rahatsız ediyorum.. Ben HAMİLEYİM, ve artık çok fenalaştım. Ne zaman mola vereceğiz artık??"
Şöför o anda, "arkalardaki huysuz yolcuya" verdikleri içten pazarlıklı ders yüzünden feci bir vicdan azabı hissetti. Utandı, kızardı. Mahcubiyetinin altında ezilirken, hala telafi fırsatı olduğu için bir nebze mutlu olarak
"ilk benzinlikte hemen duruyorum hanımefendi. Hemen. Merak etmeyin."
Arkamı döndüğümde telaşlanmış muavini gördüm. Dibimde bitivermiş.
"Bir şey mi, ığıı, istemiştiniz, ığıı?
"Şöför beye söyledim merak etmeyin, siz UYUYORDUNUZ da…"

Pratik çözümlerin hastasıyız. Geçmek bilmeyen yol hemencecik bitiverdi ve ben dakikalarca cennette dolaştım. Uzuun dakikalar boyu. Hem ben rahatlamış oldum, hem de benim elimle herkese adalet dağıtılmış oldu. Yolcusuna oynanan oyuna alet olmaması gerektiğini öğrenen şöför, ve görevini doğru dürüst yapması gereken muavin gibi.

..ve otobüse binmeden önce ihtiyaç gidermesi gerektiğini öğrenen ben, tabii.

12 Nisan 2008 Cumartesi