24 Nisan 2011 Pazar

Eğer..

Eğer aynı uzayın iki farklı noktasında mümkün olmayan insanlar farklı bedenlerde aynı eski arayış ve arzu ile aynı varoluş hayalini görüyorsa, zamanda bir solucan deliği açılır ve zihinleri buluşur. 
Zihinler bir defa buluştuğunda zaman-mekan kısıtı ortadan kalkar ; fiziksel bir kavuşma da gerçekleşir. Akla gelen ilk soru şudur: “Şimdiye kadar nerelerdeydin..?”
Varlığı çoğaltma arzusunun yönlendirilmiş ilk metası bedenler;  yalnızca birbiri içinde erimeyle son bulacak bir eylemle tatmin olabilecek zannederken, kendilerinin sadece birer araç olduğunu göremeyecek kadar kördürler.
Bilinç bilir, fakat anlatamaz. Çünkü maddesel titreşimlerin ruha kattığı hazzı engelleyebilecek güçte olmadığı gibi, buna gerek olmadığını da bilir. Esas bilgeliği bilincin;  bedenin kısıtlılığını bilmesi ve daha üst bir arzu etrafında bir araya gelen bedenlerin, amacı araca yönlendirerek doyum noktasına ulaştıkları sanrısının yetersizliğini ruha hatırlatması gerektiğini bilmesidir.

Başaramadığı zaman hayalkırıklığına eşlik eden fiziksel bir doyum ve eksik kalan ruhun başka arayışları,
Başardığı zaman ise sonsuzluk olur. 

20 Nisan 2011 Çarşamba

Yaradılışsal Başkaldırış: Karga vs. Güvercin



Etrafındaki her canlının güvercin olduğu yerde bir gün bir çift güvercinden bir karga doğmuş.
Yalnızca kendi gözlerinin seçebildiği, pırlantanın pırlanta olduğunu parlak olduğunu yalnızca bir karganın anlayabildiği kıymetli madenlere doğru çekiliyormuş.

Güvercinler ona kızıyormuş. Onlar için bir güvercin, yaşamını devam ettirebileceği şeyleri istemeliymiş. Karganın davranışlarını anlamıyor ve yadırgıyorlarmış. Ona, eğer bir gün güvercinler kadar mutlu ve rahat yaşamak istiyorsa, bir güvercin gibi davranması gerektiğini, hatta çok isterse bir gün güvercine bile dönüşme şansını yakalayacağını söylemişler.

Karganın umrunda bile değilmiş. Onun yaşamak için yemekten çok daha fazlasına ihtiyacı varmış.. Bir güvercin gibi sürülerde yaşayıp ölmek istemiyormuş.
O iki parca, güvercin gibi yemek arıyor, kalan zamanını kıymetli madenler bulmaya çalışarak geçiriyormuş.

Bir gün bir yeraltı mağrası keşfetmiş. Hemen heyecanla uzakta gördüğü şeyi göstermiş güvercinlere. Güvercinler kızmış, bu arayışın anlamsız olduğu ve o gördüğü işeyin değerli olmadığını söylemişler.

Aldırmamış bizim karga. Mağranın dar, girintili çıkıntılı girişinden son sürat pike yapmış içeriye. Etraf karanlıkmış, ama gördüğünü düşündüğü şey hala parlıyormuş. " Bir elmas olabilir bu, demiş. Güvercinler yukarıda bağrışıp, çığlık atıyorlar, onu çağırıyorlarmış. O aldırmamış.

Değerliye olan yolculuk hep acılıdır. Onu "haketmek" için uğraş vermek, kazanmak gerekir.

Karga zar zor, uzun karanlık ve dar girişten girmeyi başarmış. Keskin gözleri yalnızca o elması görüyormuş. Yanına vardığında elmasın balçıklara bulandığını görmüş. uzatmış pençesini, mikrop kapma uğruna, balçığa. kolu dalmış gitmiş o balçığa, ama yakalayamamış hala. biraz daha, biraz daha uzanmış. En sonunda kanatlarının ve gövdesinin tamamı batmışken, elmasa dokunmayı başarmış. Hissettiği elmasa.
Gövdesi, kanatları pislik ve çamur içinde, debelenmiş bir süre, elinde elmasla. Onu girişe konmuş güvercinler izliyor ve aşağılıyorlarmış. Bir çığlıkla laf atıyorlarmış.

 "Değecek mi bunca pisliğe?"

Karga cevap vermiş "göreceksiniz, elmas parlayacak ve ışığı beni yükseltecek"

Bir süre daha debelendikten sonra ayavaş yavaş yukarı çıkmış karga balçıktan.Yorulmuş, ama hissetmiyormuş. Üstünü başını kayalar silmiş, avucundakini temizlemiş ve heyecanla, uğruna çaba verip kazanmak istediği şeye bakmış, bir bilgelik taşına.

Oysa, avuçlarında, zavallı karganın, çakıl taşından başka birşey yokmuş!

Gözlerine, o kenkin gözlerine inanamamış.. O çakmak çakmak gözlerinden, oluk oluk yaş akmaya başlamış. Bir anda vücudundaki tüm sızıları hissetmeye başlamış. Mağradan girerken çizilen, yolunan kırılan kanatlarına, gövdesinden akan kanlara, en önemlisi de deli gibi acıyan kalbine bakmış...

Bir elmas aşkının ona elde var sıfır ile maliyetini görmüş.

Dakikalarca kıpırdayamadan, öylece durmuş. Ağıtlı çığlıklar fırlamış boğazından, karanlıkta yankılanmış. Hayata küsmek üzere, açlıktan ölmek üzere, orada durup dururken; güvercin anne baba dayanamamışlar yavrularının bu acılarına, bir karga bile olsa. Suçlamışlar, ama dayanamamışlar.

Bir ip uzatılmış, ufak bir güvercin dikkatlice inmiş aşağıya, bu bir süre uçamayacak olan kargayı yukarı çekmek için. balçıkları kuruyan gövdesine bağlamış ipi, sesini çıkarmadan çıkarmışlar onu mağaradan..

Bizim karga elmas arayan gözlerini sımsıkı kapatmış, Zaman geçmiş. Diğer güvercinler gibi yaşamaya başlamış o da.. Keskin gözleri ona yiyecek bulmada diğerlerine göre avantaj sağlıyor, gitt,kçe itibarı artıyormuş diğerleri arasında. İtibarla birlikte gelen güvercinsel lokmalar da hüpletiyormuş, uyanık karga.

Bir gün yine gezerken, yine bir mağra görmüş, yine bir maden! Yüreği deli gibi atmaya, başı dönmeye başlamış. Gözünü bürümüş bu elmas. Tüm vüsudu, bütün tüyleri tütremiş elmasa duyduğu huşu dolu aşkla.

Ama temkinli yaklaşmış bu defa. Günlerce aylarca etrafında uçmuş mağranın, en fazla girişine konmuş, içeri bakmış. Keşifleri arttıkça, gördüğü şeyin o kadar uzakta olmadığını, balçıklara bulanmış olmadığını, ve hatta kısmen yüzeyde olduğunu anlamış. Öyle heyecanlanmış ki, o yaradılıştan gelen, onu karga yapan dayanılmaz değer bulma arzusu yeniden alevlenmiş ve onu içten içe yemeye başlamış.

Direnmiş baştan, kendi çapında.
Yaşadığı üzüntüler gelmiş aklına, aldığı yaralar.

Ama işte orada, elmas, kendisi için bilge ışığı yansıtan şey, orada! Kendisine tatlı tatlı gülümsüyor..

Şimdi sorum şu:

Bu karga yeniden yaralanmayı göze alarak mağraya girsin mi, girmesin mi?


Bu karga yeniden yaralanmayı göze alarak mağraya girsin mi, girmesin mi?
1- Eğer mağraya girerse mutlaka yine çizilecek kaş göz ama elmasa dokunursa bir güvercinin asla anlayamayacağı şekilde aşacak,
2- Mağraya girer, yaralanır ve gördüğü şeyin çakıl olduğunu anlarsa; bir öncekinden ders almamış, ve ikinci kez lades demiş olacak,
3- Mağraya girmez ve oradan uzaklaşırsa, orada bir elmas olup olmadığını asla bilemeyecek.

Hadi bakalım, ne yapsın?

Ha bir de, bu da çakıl ise, elmas aşkından vazgeçip, üçüncü mağraya hiç yaklaşmasın mı...(ya bu defa onda elmas varsa..?)

12 Nisan 2011 Salı

Yarın Ölecek Olmanın Hafifliği

Disce quasi semper victurus vive quasi cras moriturus
"Hep yaşayacakmış gibi öğren, yarın ölecekmiş gibi yaşa"


İlk kısmına saygım sonsuz. Lakin, yarın ölecekmiş gibi yaşamak...


"Selen.." dedi. "Bana karşı ne hissediyor? Benimle dalga mı geçiyor? Yoksa o da hissediyor mu? Yani..aramızdaki o bağlantıyı.. Offf neden herşey bu kadar zor olmak zorunda?


İçinde yüzdüğü şeyin su olduğunu bilmeyen bir balık gibi, göremiyordu o da. Zekasına hürmetim sonsuz, ama göremeyecekti sudan çıkmadan. Çıktığında da balık ölecekti. 


"Neden adımları sen atmıyorsun?, ne kaybedersin?" dedim. "SEN ara, sen sor, sen ilgilen...Hatta, ilgilendiğini sevimli ve ilginç yollarla SEN göster...Ne kaybedersin? NE KAYBEDERSİN?"


Cevabı biliyordum, korkuyordu. Kaygıları vardı. Dalga geçilmekten, hafife alınmaktan, tam yumuşak karnının kabuklarını atmışken yara almaktan korkuyordu. Elinde hiçbirşey yok iken,  olması ihtimali üzerinden olmayan şeyi kaybetmekten korkmak kadar kötü bir laneti olmamalı insanlığın. Ama var..


"Keşke yarın öleceğimi bilsem.." dedi. "O zaman.." 
"O zaman ne yapardın?" 
"Bilmem.. Onunla görüşmek isterdim. Söylemezdim hislerimi belki ama, görüşmek isterdim."


Şu an onu alıkoyan şey neydi, istekler bu kadar masumken.. Daldım gittim.. Ertesi gün ölecekmiş gibi, hoşlandığı çocuğa söylemeyi planladığı şeyleri sıralıyordu. Duymuyordum. İnsanı, hayattan keyif alarak yaşamaktan alıkoyan korkular, sınırlı düşlenmeye mahkum edilen hayaller..kolay yok hiçbir zaman olmadı, değil mi..


"O zaman.." 
"Yarın ölecekmiş gibi (özgürce) yaşamak istiyorsan, hiç ölmeyecek gibi endişelenmeyi bırakmalısın"