16 Ekim 2009 Cuma

Zihinsel Sapmalar










Peeiyykalaa

Peykyala

pekyala

Pek-yala..?

Peki-âlâ’dan Pekala’ya varmaya çalışıyordum. Amiyane sürtüşmelerlerle insan nerelere varıyor. Oysa aylar sonra yazmak için yeniden bilgisayarın başına geçtiğim için nasıl da heyecanlıyım. İşte, nasıl insanın heyecanlandığında dili dolaşıyorsa benim de parmaklarım dolaştı, heyecandan. Öyle mi? Ya da zihnim bana birşeyler anlatmaya çalışıyor. O halde herşeyi bir kenara atıp, kendisini dinleyelim.

- Zihnim, cevaplar mısın, neler oluyor?Niye elimi parmağımı dolaştırıp beni sinir ediyorsun?

- Bişey yapmadım ben, hamlamışsın sen, hamlamış.

- Ne diyorsun sen be? Şştth, bak gel anlaşalım zihincim. Bey yazayım, sen de beni sabote etme. Derdin de neyse artık…

- Açıkçası senin için endişeleniyorum.

- Hayırdır?

- Son zamanlarda halin hiç iyi değil.

- Hmm... Neyim var?

- Çok düşünüyorsun. Senin yüzünden fazladan yoruluyorum. Yani…haline bakar mısın? Çok konuşuyorsun. Çok dinliyorsun. Kendimi ya senin dinlediğin şeyleri hızla işlerken, ya da konuştuğunda dilin dolaşmasın diye hızla üretirken buluyorum. Beni yıprattığının farkında mısın? Uyuduğunda ise rüyalarına etki edemiyorum. O kısımla zaten bütün gün tembel tembel dolaşan, canı sıkılan bilinçdışı arkadaş ilgileniyor. Artık sana ne izletiyorsa, uyandığında bir de onları hayretle dinlemekle geçiyor zamanım. Geçen gün yine RTE’yi göstermiş sana. Sen de bi prim verdin ki, hayret. Biz burada eşekbaşı.

- Anlıyorum sevgili zihnim. Anlıyorum.

- Neyi anlıyorsun?

- Konunun aslında ben değil SEN olduğunu :)

- Peki, ne olmuş ben isem mesele? Söylediklerime karşı çıkabilirmişsin gibi… Söyler misin en son ne zaman sesime kulak verdin de beni dinlendirmek için yazı yazdın??

- Yaa tamam yazamıyorum. Ne var? Aslında… Biliyorsun istiyorum. Ama olmuyor.

- Neden olmuyor? Neyin eksik ha, klavyen mi, parmakların mı... bak ben de varım? Nankörsün sen, nankör.

- Ama zihincim, bu şekilde devam edemeyiz. Lütfen gücenme ama, bu konuda bir dostumun ilginç teorileri var.

- Devam et.

- Hani kendimle yazmak arasında kurduğum bağı 4400 dizindeki bir sahneyle özdeşleştirmiştim ya..

- Eee?

- İşte o sahnedeki adam, yazarken beyni patlamasın diye nefes almadan yazıyordu ya.. hani terliyordu, işkence ediyor gibiydi ona zihni. Yazmazsa ölecekti.

- Evet, ama senin orada odakland..

- Biliyorum evet, yazma duygusuydu benim odaklandığım nokta. Yalnız, farkında olmadan kendimi öylesine o adama benzetmiş, ve beynimin patlamasından öyle korkmuş olabilirim ki, yazmaya devam ederek bir gün “duramaz” olmaktan korkmuşum… Yazmak, bir çeşit bağımlılık gibi. Yazdıkça daha çok, anlattıkça daha fazlası geliyor ardından. Düşündükçe…biliyorsun sonu yok. Bir anda durduruşum kendimi, beynimin patlaması ihtimaline duyduğum korkudan kaynaklanıyor, olabilir… Dirençlerim ve yaşamsal olana meydan okuyuşlarım kuvvetlidir, bilirsin. Kontrolü ele almak istedim. Yazmayı durdurdum. Durdum. Konuşmaya verdim kendimi. Biliyor musun, konuşurken de bulabiliyor insan kendini. Seni bir şekilde dinlendirmediğim için üzgünüm… Biliyorum… Ama… Yaşama devam etme ihtiyacı, ağır bastı diyebiliriz.

-

- Bir şey söyle.

-

- Zihincim..

- ….

- zihin, sana sesleniyorum!

- Tamam ya, buradayım...

- E bişey söyle, bak bişey itiraf ettik burada, değil mi?

- Sadece, beni de korkuttun.

- Nası yani??

- Ya cidden patlarsam..?

- Sen şimdi.. hakikaten de..??

- Gidip tv izlesene. aa bak en sevdiğin film. Git, git. Yazma bişey. Şimdi ne gerek var nöronları sıkıştırmaya dimi ama.. ehiehi :D

- Öeeh be!

-

Yazmıyorum, Öyleyse Yokum.