28 Ocak 2008 Pazartesi

Tutunamayan

Yüreğimde kar gibisin,

Aşk..

İnce dalda tek gün durmazken,

Buzullarının erimesi mevsimler alıyor.

21 Ocak 2008 Pazartesi

Tanrı'nın Senaryosu Heroes

Evrim.. Hastasıyız. Hem canavarlar, hem mutanlar, hem de her geçen gün yeni özelliklerini keşfettiğim yeni canlı türleri geliştiriyor, insan başlığı altında. İlginç olan, aslında kendi sonunu hazırladığı.
Heroes'un 2. sezonunu geçen sezondan daha az bir heyecanla izlemeyi sürdürüyorum. Geçen sezonda NewYork'un patlamasını ve milyonlarca insanın ölmesini durdurabilmişler, "kahramanlar" olmuşlardı. Üstelik geleceği resmedebilen ve çizdiği bütün tablolar gerçek olan Isaac Mendez patlamayı da resmettiği halde.
Bu noktada sevgili Hiro'nun birinci sezonda aşık olduğu bir kızı kurtarmak için geçmişe gittiği bölüm geliyor aklıma. Hiro kızın çalıştığı yere gidip kızın katillerce öldürülmesini, onu o anda orada kurtarak engellemişti. Fakat bu defa kızcağız beyin tümöründen ölmüştü. Hiro kaç defa kızı kurtardıysa da, "kader"in, yani o insanın ölme gerçeğinin önüne geçememişti. Peki. Bu sezonda ise, Hiro'nun babası Kaito Nakamura, intikam almak için şirket kurucularını teker teker öldüren Adam tarafından, binanın üst katından itilerek öldürülüyor. Hiro yine hüzünle o zamana dönüyor ve babayı kurtarmak istiyor. Baba, oğluyla yaptığı anlamlı konuşmanın sonunda eğer ölme zamanı geldiyse ölmesi gerekir düsturundan ölümüne engel olmamasını istiyor ve Hiro babayı ölüm zamanına geri götürüp ölmesine müdahale etmiyor. Bu da peki.
O zaman ilk sorum şu: NewYork'un patlamasıyla ölmesi gereken milyonlarca insanın yaşamasına pek muhterem Kader neden izin verdi? Sonuçta hayat için bir ya da 1 milyon insanın ölmesi kişi bazında aynı oranda ciddi. Kaito da aynı o diğer kız gibi bu sefer kaderin kendisine hazırladığı başka bir ölüm snaryosuyla ölecekti, Hiro onu kurtarsaydı.
Devam edelim.. Bu sezonda da yine NewYork'ta, bu defa virüs salgını yüzünden milyonlar ölecek. Ve bizim kahramanlar yine buna engel olmaya çalışıyor. Dizinin tutarlılığı açısından anlıyorum ki, kader bu ölmesi gereken milyonlar için gecikmiş bir ölüm senaryosunu devreye sokuyor. (Aynı Final Destination filmindeki mantıkla.) Ölmesi gereken herkes mutlaka ölecek.
İnsanı düşündürüyor... Kahramanlara kahraman özellikleri veren süper güçleri onlara bahşeden evrim, doğa. Yine bu insanları kullanarak, dünyadaki bozulan dengeyi sağlamak için, insanları azaltma yoluna gidiyor. (ilk sezonda soğurduğu güçlerle baş edemeyen peter'ın patlaması sonucu sıradan insanlar ölecekti, bu sezonda ise shanti adlı bir kızın -sıradan olmayan- kanının ürettiği bir virüsü yine süper gücü olan Adam'ın yayması sonucu ölecek insanlar)
Doğa evrimi kullanarak kendi eliyle başkalaştırdığı insanlar aracıyla, artık eskimeye başlayan evrimleşmemiş insanları ortadan kaldırıyor, yavaş yavaş. Milyon milyon. Amacı belki de tüm sıradan insanları ortadan kaldırıp, süper güçlere sahip süper bir ırk oluşturmak. Böylece gereksiz fazlalıklardan da kurtulmuş olacak..
Geçen gün kaliteli genlerin oluşumuyla ilgili bir arkadaşımla tartışıyordum. En kaliteli genlerin, birbirine en uzak ırkların birleşmesiyle oluşan melezlerde olduğunu konuştuk. Aynı ırktan gelen iki insanın çocuğunun, farklı ırksal kökeni olan insanların genlerinin çarpışmasıyla oluşan çocuktan çok daha güçsüz, savunma sisteminin çok daha zayıf, hastalıklarla başetme gücünün çok daha az olduğu bugün bilimsel bir gerçek. Melezler daha güzel, daha akıllı, daha güçlü, daha dayanıklı. İzlediğim bir belgeselde, A ırkından gelen bir insana kendi ırkından gelen 5 erkeğin ve bir de tamamen farklı ırktan gelen bir erkeğin ter kokuları koklatılıyor ve en arzu uyandıran kokunun hangisi olduğu soruluyor. Kadın kendi ırkından gelen erkeklerin kokusunu hiç çekici bulmazken, kendisinden tümüyle farklı genetik özelliklere sahip erkeğin kokusunu seçiyor.
Buradan şunu anlayabiliyoruz, doğa bizim kaliteli geni oluşturmamızı teşvik edici iç güdüler vermiş bize, demek ki en sağlıklı olanın yaşamasını istiyor. Mantıklı.
Ama bu mantık, biraz düşününce beni ürpertti. Tanrı dünyanın farklı noktalarında birbirinden tümüyle farklı genetik özelliklerde insanlar yaratmış. Sonra da bu insanların birbirleriyle temasa geçmesi için içgüdü vermiş. Demek ki planı zaman içerisinde en kaliteli genler oluşana kadar insanları birbirleriyle temas halinde bırakmak, ve ardından da -zamanla yaşlanıp bizler öleceğimize göre- dünyada mükemmel olan kendisine en yakın insan ırkının oluşması. Böylece ne ırksal savaşlar kalacak, ne katliamlar.
Tek bir "mükemmel ırk" tek bir sistem,
Dünyanın efendileri.
Heroes dizisi Tanrı'nın planını eğlenceli şekilde ele almış, bu açıdan bakıldığında orjinalliğini gözümde yitirmiş bir dizi.

12 Ocak 2008 Cumartesi

Fantastik Oyuncak


Konsere gidiyorduk. Yanımda şehirdışından arkadaşlarımla kardeşim de vardı. Oldukça kalabalık bir grup olarak, mekana doğru ilerlerken kardeşim kimseye belli etmeden elindeki kutuyu işaret etti bana. Şaşırarak baktım.

"-Bu o mu?"

"Abla inanamayacaksın, çok eğlenceli, gör bak"

Teyzemin yurt dışından getirdiği hediyelerin ne kadar ilginç, teknolojik ve eğlenceli olduğu konusunda bir şüphem yok zaten. Bu defaki hem Türkiye'de olmaması bakımından, hem de sistem olarak daha önce hiç karşılaşmadığım birşey. Bir alet, ve teyzem eğlenceli zamanlarda kullanalım diye özel olarak almış.

--

Mekana vardığımızda hakikaten inanılmaz kalabalıktı. Kimse kimseyi görmüyor, tanımıyor ama herkes herkesle sobet ediyordu. Bizim masa da hayli kalabalıktı. Kendimi bildim bileli boş muhabbetlerden sıkılmışımdır. Grup da daha kimseyi canlandıramamıştı çaldığı 2 parçayla. Aklıma hediyeyi kullanmak geldi. Kardeşim sırıtıyordu.

Esasen ben, kutunun içinden çıkan ve bilgisayarların içindeki harddisklerden daha büyük olmayan, iki parçadan oluşan aleti, ortasındaki deliğe bakarak, fosforlu ışıklar saçan değişik bir alet olarak düşünmüştüm. Kutuyu açarken tanımadığım bir kız yanıma gelerek ne olduğunu sordu.

"-Hoşunuza gidecek, bekle" dedim.

"Elektronik kimyasal mı?"

"?"

Evet.. Bir çeşit elektronik kimyasal. O anda, elimdeki oyuncağın elektronik titreşimler ve ışıklar yayarak kafa yapmaya yarayan bir alet olduğunu düşündüm. Kardeşim üzerinde kocaman 10'luk, 20'lik, 30'luk yazan ve 10'luğu kullanılmış olan, suda eriyen kalsiyum vitaminlerine bezeyen paketine sarılı 3 daire şeklinde birşey getirdi. Sarı, Turuncu, Mor renklerinde. 20'lik olan moru beğendim, paketinden sökerek aletin yuvarlak deliğine yerleşmesi gerektiğini düşündüğüm yere koydum. İnsanlar ayakta sıkılmış halde müziği dinliyorlardı, etrafta bunaltıcı bir hava vardı. İş sadece benim bir priz bulmama bakıyordu.

Oradaki görevli çocuklardan bir priz rica ettim. Onlar da elimdekinin ne olduğunu anlamamışlardı. Sadece kardeşim pis pis sırıtıyordu. Aleti prize taktım. Bir ucu usb, diğer ucu cep telefonu yatay şarjlarına benzeyen kabloyu açık uçlara taktım. Üzerindeki rakamları ayarlamak için tuşlara bastım. Aslında bilmiyordum, ne kadar zor olabilirdi..? Kardeşim birşeyler içmeye gitmişti.

Alet çalışmaya başladı. Fakat inanılmaz bir güçte usb girişini dışa itiyordu. Elimle tutmak, zorlamak zorunda kaldım. Hayli güç harcadım, kablo çıkmasın diye. Ve gözüm mor kalsiyum hapındaydı.

Derken herşey durdu. Ne aletin beni zorlaması, ne müzik, ne ayaktaki insanlar... Etrafıma baktım, herşey o anda öylece donmuştu. Bir tek ben ve yanımda bana yardımcı olan 2 görevli çocuk canlıydık. Kardeşim bile gittiği yerde donmuştu. Aletin üzerindeki rakamlara baktım.

"1:59, 1:58, 1:57..."

Şaşkın şaşkın birbirimize baktık. Birşeyler olacağını tahmin ediyordum ama..zamanın duracağını da yuh artık...

zaman...durdurmak..

!!!

Teyze, canım teyzem! Bize öyle birşey getirmiş ki! Zamanı durduruyor! Bu yeni nesil oyuncaklardan olmalı. Şimdi anlıyorum 10'luk 20'lik ne demek. 2 dakikadan 10 tanelik, 3 dakikadan 10 tanelik, 1 dakikadan 10 tanelik zamanı durdurma kullanımları. Biz 2 dakikalık olanı kullanıyoruz. Ve her defasında biraz eriyor. Son kullanımda eriyip tamamen bitecek. Hem yeni öğrendiğim "elektronik kimyasl" da değilmiş, pek sevindim.

Yanımdaki çocuklarla ne yapsak diye bakıştık. 2 dakikamız vardı, istediğimiz herşeyi yapabilirdik. İçten içe süre bitse ve bu muhteşem keşfi arkadaşlarımla paylaşsam diye geçiriyordum. Onlara anlatıp, zamanı hep birlikte durdurup, kimbilir 2 dakikalara neler sığdıracaktık.

---

Süre bitti, herşey kaldığı yerden devam etmeye başladı. Kimse -kardeşim bile- aleti çalıştırdığımızın farkında değildi. Hemen ona bunu kullandığımızı ve neler olduğunu söyledim, diğerlerini topladım. Nasılsa 2'likten daha dokuz hakkımız var. Onlar da en az benim kadar heyecanla karşıladılar bu oyuncağı. Herkes biraz saygıyla biraz heyecanla olacakları bekliyordu. Eh, sahibi ben olduğum için sözsüz bir hiyerarşi oluşmuş ve grubun için de beni tavana oturtmuştu. Kıçım da tavandaydı, keyfim de. Kabloları tekrar özenle yerleştirmeye başladım...





"-Kızıııım, uyan. Sabah oldu."

"hı..?"

"-Yavrum kalk, ben çıkıyorum, uyan.."


Ne..?!! Yine mi rüya..

poff..


Zaman'la lgili dedim ne Allah aşkına ?



--------------------------------------------------

11 Ocak 2008 Cuma

Konuşmayı Özlemişim..

Bugün itibariyle neredeyse 10-15 gündür işe gitmiyorum. İşten ayrıldım. Rahat rahat düşünecek çok zamanı olması nefis birşey insan için. Bir de geç uyanabilmek tabii. Kafamda uçuşan şeyler var.

İlki, "rölantide kalmak" üzerine. Daha önce ev işleri yapmanın insan zihnini -ve hayatını- sürekli zinde tutan bir mekanizma gibi işlediğini bilmezdim. Bir arkadaşım; Edmond Dantes, sorunun önce aileyle yaşamak olduğunu, eğer yalnız yaşarsam belli temel gereksinimler için ev işi yapmak zorunda kalacağımı ve bunun da beni bir nebze hayata ilişkin düşünebilecek hale getirdiğini söyledi. Öyle ya, ne yemek, ne temizlik, ne düzen sorunu olur aileyle yaşarken. Oysa bunları benim yapmam gerekse, hep "rutin" diye karaladığım o düzen beni kendi içinde belki de kendimi gerçekleştirmeye kadar varabilecek bir dilime sokar. Çalışırken bile rölantide olmadığımı söyleyen arkadaşımın sözlerini düşündüm, işten ayrıldım. Uzun saatler boyu evde keyif çattım, yarım bıraktığım kitaplarıma döndüm. Ev işleriyle ilgilendim. İnanılmaz haklı..

İkincisi, yaratıcılık üzerine.

Üretim tuhaf birşey. Herkes herkesten etkileniyor, bu çok tuhaf. Besin kaynağı bir obje, bir kitap, bir insan olabiliyor. Kategorisiz zaman dilimleri boyunca kendisinden beslendiğimi düşündüğüm kimi insanların eserlerine baktığımda,

7 Ocak 2008 Pazartesi

Yap, Boz



(????)

İlk defa yapbozun bütün parçaları önümde, kucağımda. Rnkli ve renksiz parçaları ayırmak lazım.

Beni bazen sadece beni aslında tanımadığını sandığım insanların tanıdığını düşünmeye başladım.

Bozulmaktan sıkıldım...

4 Ocak 2008 Cuma



Birkaç zamandır sürekli ağlıyorum. Sürekli. Çıkış kalmamış gibi, bir labirentte tüm çıkışları bilmeme rağmen hiçbirini seçemiyor olmak gibi. Canımın parçalanması gibi. Parçalanmış bir canı toparlıyamıyor olmak gibi, her bir zerreye dokunduğumda tekrar ölmek gibi.

Yılbaşında teyzemin hediye ettiği kolye alerji yaptı, hatır hutur kaşınıyorum.

Evde tembellik yapmak öyle zevkli ki.

Kar düştü sonunda, Ankara'ya. Her yer bembeyaz.

Sakinleşiyorum.