Heroes
23 Aralık 2007 Pazar
Döngüm
Heroes
18 Aralık 2007 Salı
Kısa..
17 Aralık 2007 Pazartesi
Değişim çok tuhaf bir şey. Hep hayatımı sıfırlamaktan bahsediyordum ya… Galiba bu defa oluyor bu. Önce işimi, sonra evimi. Bunu başarmak üzereyim.
Beyaz Melek filmini mahsun’un inanılmaz –şaşırtıcı performansıyla izledikten sonra yatakta anneme sarılarak ve ağlayarak “annecim seni hiçbir zaman terk etmeyeceğim, evlendiğimde bile” deyişimi hatırlıyorum. Bir yandan da kendimle kalma ihtiyacım var.
Bu arada o film kesinlikle genelkurmay destekli. Amerika’da belli dönemlerde Pentagon toplumdaki bazı değerleri manipule etmek için –isa’nın çilesi’nde olduğu gibi- senaryo dağıtıyorsa, bu da türk usulü senaryo dağıtma. Bunun için de kökeninde “Anadolu Çocuğu” olduğunu bağıran ve halkın sevgisini kazanmış birini seçmişler Mahsun –Mel Gibson gibi. Kuzey Irak, operasyon, Kürtler, Kürtçe, aile bağları vs… Güzel güzel.
Biz de yedik.
Yedik hakikaten.
14 Aralık 2007 Cuma
5 Aralık 2007 Çarşamba
Portakalım Sıkıldı
Sadece ufak bir grup kişiyiz. Askerler her tarafta ve içimize casuslar yerleştirmişler. Kaçmamız, saklanmamız lazım. Evlerin bahçelerinden geçip, sokaklarda görünmeden ilerlememiz lazım. Bizi her an biri ispiyonlayabilir.
Sıradan davranmaya çalışıyoruz. Hava karanlık. Bir eve zorla girdik, içeridekileri etkisiz hale getirdik. Hükümete karşıyız, “bir çeşit” anarşistiz. Öğretimizin fikirsel alt yapısını tartışıyoruz. Sonraki adımların neler olacağını, “ne yapacağımızı” planlamaya çalışıyoruz. Hepimiz biraz ürktük, az daha yakalanıyorduk.
Kapı çalıyor.
“knock knock, knock knock knock!”
Kapının çalınma şiddeti artıyor, kanımızın çekildiğini hissediyoruz.
Ben gergince kapıya yaklaşıyorum, gözümü deliğe yaklaştırıyorum. İki kadın var. Biri anahtarlarını çıkarmaya çalışıyor. İçeri giremesin diye olanca gücümle kapıya yaslanıyorum, fakat gücüm yetmiyor ve kapı açılıyor.
Bizim gibi davranıyor, bizden biri gibi. Ama gözlerindeki ölçülü kuşku beni rahatsız etti. Tuhaf bir şekilde susuyor. Hepimiz onları izliyoruz. Evin gerçek sahiplerini bağlamışız, biraz da hırpalamışız. Fırlattığımız köşeden inleme sesleri geliyor, ağlamaya bile korkuyorlar ağızlarından salyayla karışık kan kusarken. İlgilenmiyoruz bile. Odağımız kadınlar. Bir tuhaflık var.
Müdahale etmem gerekiyor, kışkırtıcı bir soru yöneltiyorum siyah saçlı olana. Yemi yutuyor ve yüksek sesle itirazlarına başlıyor. Kadının bıkbıklarına siren sesi eşlik ediyor. Bizi ispiyonlamış orospu.
Suratına –mecburen- sağlam bi yumruk patlatıp balkona yöneliyorum. Çıkış bulmamız lazım, az sonra etrafta bir sürü beyinsiz asker olacak ve ben yorgunum. Grubum beni takip ediyor.
Balkondan duvara tutunup, arka bahçeye atlayıveriyoruz. Çimle örtülü eğimli bir bahçe bu. Nadasa bırakmışlar sanki, ikiye bölmüşler alanı. Neyse, herkes yukarı tırmanıyor. Ama arkada annem kalmış!!
Off anne, burada da mı yaa.
Uyanıyorum kardeşim, uyanıyorum! Bu kadar da canına dokunulmaz ki insanın.
Homur homur..
Hamiş: Bir daha Otomatik Portakal'ı yatmadan önce okumayacağım.