23 Aralık 2007 Pazar

Döngüm

şopen



Heroes
Oregon Çayı
Shopenhauer "Okumak Yazmak Yaşam Üzerine"
Click Click
Photoshop
The Adventures of Christine
4400
Reklamlar
Msn
Flickr
Heroes
Shopenhauer "Hayatın Anlamı"
Oregon Çayı
Elektra
Bloglar

18 Aralık 2007 Salı

Kısa..

Anlatmak istediğim çok şey var ama, fazla public oldu bu blog. Yavaş yavaş soğumaya başladım.
Kısa kısa:
* Saçlarım Kızıl kestane oldu. Hızlı kabuk değiştiriyorum.
* Victor E. Frankl'ın çok ilginç bir adam olduğunu düşünüyorum. "Duyulmayan Anlam Çığlığı, Psikoterapi ve Hümanizm" adlı bir kitabını okuyorum. Hayatta anlamlı bir amacımız olmadığı için mutsuz bireyler olduğundan bahsediyor. Ünlü bir psikiyatrist, bilim adamı. "Nevrotiğin maskesini düşüren" Freud'dan kişisel davet almış ve makaleleri yayınlanmış. Nazi kamplarında yaşam savaşı vermiş. Teorileri ilginç, inceleyin.
*Bir evlilik haberi aldım. Bir aya kadar kokusu çıkar.
*Yakında şehir dışına çıkma planlarım var. Belki de sonsuza kadar sadece 1 ve 0 olarak kalacağım, çoğumuz için.
**Kazın ayağı.
(**içimden geldi)



17 Aralık 2007 Pazartesi

Değişim çok tuhaf bir şey. Hep hayatımı sıfırlamaktan bahsediyordum ya… Galiba bu defa oluyor bu. Önce işimi, sonra evimi. Bunu başarmak üzereyim.

Beyaz Melek filmini mahsun’un inanılmaz –şaşırtıcı performansıyla izledikten sonra yatakta anneme sarılarak ve ağlayarak “annecim seni hiçbir zaman terk etmeyeceğim, evlendiğimde bile” deyişimi hatırlıyorum. Bir yandan da kendimle kalma ihtiyacım var.

Bu arada o film kesinlikle genelkurmay destekli. Amerika’da belli dönemlerde Pentagon toplumdaki bazı değerleri manipule etmek için –isa’nın çilesi’nde olduğu gibi- senaryo dağıtıyorsa, bu da türk usulü senaryo dağıtma. Bunun için de kökeninde “Anadolu Çocuğu” olduğunu bağıran ve halkın sevgisini kazanmış birini seçmişler Mahsun –Mel Gibson gibi. Kuzey Irak, operasyon, Kürtler, Kürtçe, aile bağları vs… Güzel güzel.

Biz de yedik.

Yedik hakikaten.

14 Aralık 2007 Cuma

Bişeyler yapmaya başladım.. Dün Fındıkkıran Balesine gittim. Gece boyu Çaykovski dinlemek çok iyi geldi. Yerimiz en öndeydi.

Mistik bir sokakta başladı yolculuğumuz.. Sahne, dekor, nefisti..

5 Aralık 2007 Çarşamba

Portakalım Sıkıldı

Türkiye’deyiz, fakat Almanya. Bugündeyiz, ama 1950ler.
Sadece ufak bir grup kişiyiz. Askerler her tarafta ve içimize casuslar yerleştirmişler. Kaçmamız, saklanmamız lazım. Evlerin bahçelerinden geçip, sokaklarda görünmeden ilerlememiz lazım. Bizi her an biri ispiyonlayabilir.
Sıradan davranmaya çalışıyoruz. Hava karanlık. Bir eve zorla girdik, içeridekileri etkisiz hale getirdik. Hükümete karşıyız, “bir çeşit” anarşistiz. Öğretimizin fikirsel alt yapısını tartışıyoruz. Sonraki adımların neler olacağını, “ne yapacağımızı” planlamaya çalışıyoruz. Hepimiz biraz ürktük, az daha yakalanıyorduk.
Kapı çalıyor.
“knock knock, knock knock knock!”
Kapının çalınma şiddeti artıyor, kanımızın çekildiğini hissediyoruz.
Ben gergince kapıya yaklaşıyorum, gözümü deliğe yaklaştırıyorum. İki kadın var. Biri anahtarlarını çıkarmaya çalışıyor. İçeri giremesin diye olanca gücümle kapıya yaslanıyorum, fakat gücüm yetmiyor ve kapı açılıyor.
Bizim gibi davranıyor, bizden biri gibi. Ama gözlerindeki ölçülü kuşku beni rahatsız etti. Tuhaf bir şekilde susuyor. Hepimiz onları izliyoruz. Evin gerçek sahiplerini bağlamışız, biraz da hırpalamışız. Fırlattığımız köşeden inleme sesleri geliyor, ağlamaya bile korkuyorlar ağızlarından salyayla karışık kan kusarken. İlgilenmiyoruz bile. Odağımız kadınlar. Bir tuhaflık var.
Müdahale etmem gerekiyor, kışkırtıcı bir soru yöneltiyorum siyah saçlı olana. Yemi yutuyor ve yüksek sesle itirazlarına başlıyor. Kadının bıkbıklarına siren sesi eşlik ediyor. Bizi ispiyonlamış orospu.
Suratına –mecburen- sağlam bi yumruk patlatıp balkona yöneliyorum. Çıkış bulmamız lazım, az sonra etrafta bir sürü beyinsiz asker olacak ve ben yorgunum. Grubum beni takip ediyor.
Balkondan duvara tutunup, arka bahçeye atlayıveriyoruz. Çimle örtülü eğimli bir bahçe bu. Nadasa bırakmışlar sanki, ikiye bölmüşler alanı. Neyse, herkes yukarı tırmanıyor. Ama arkada annem kalmış!!

Off anne, burada da mı yaa.
Uyanıyorum kardeşim, uyanıyorum! Bu kadar da canına dokunulmaz ki insanın.
Homur homur..


Hamiş: Bir daha Otomatik Portakal'ı yatmadan önce okumayacağım.

2 Aralık 2007 Pazar

Gül Kokulu İnci



Uzun zamandır teknik imkansızlıklar nedeniyle bastırdığım bir güdümü serbest bıraktım pazar günü. Bir güne neler sığdırabildiğine şaşıyor insan.
--
Anneanneme gittim. Kupon biriktirmiş gazetenin birinden, benden almamı rica etmişti. Vefasızlığımın öyle doruklarındayım ki, kadıncağız 2 haftadır beni bekliyor. Bırakın "Nasılsın" diye ziyaret etmeyi, telefonla bile aramamışım, aylardır. Kötüyüm, çook.
Onu görüp, sarılıp, o yıkansa bile üzerinden asla çıkmadığını bildiğim mis gül kokusunu içime çekerek kucakladığımda kendimden nefret ettim. Sitemli de olsa sevgi dolu o bakışlarla beni "Gel bakalım hayırsız!" diye karşıladı. 87 yaşında, yapayalnız. "Kimseye yük olmamak" diye bir anlayış geliştirmiş, 3 çocuğuyla da oturmuyor. Dedemin vefatından sonra hayata müthiş sabrıyla devam ediyor. Her bayram, tansiyon şeker demiyor, envai çeşit yemek hazırlayıp -öksüz doyuran şiddettinde- bizimle geçireceği 4-5 saate hazırlanıyor. Aylar öncesinden hangi toruna kaç lira vereceğini hesaplamış, harçlıklarını ayırmış bile. Sabahtan bekliyor; ev kalabalıklaşsın, herkesi ağırlasın, dinlemese bile gürültü olsun evde.
Ama, her defasında kimse öğleden sonra 1'den önce gelemiyor. Şehir, iş, hayat nasıl çöktüyse üzerimize, uyanamıyoruz. Bayramın anlamı bizim için el öpmekten ve akrabalarla geçirilen 180dakikadan fazla bir anlam taşımadığından, onu ne kadar kırdığımızı anlayamıyoruz. Belki dudağının kenarındaki mahzun kıvrımı görünce hafif bir vicdan dalgası geliyor, ve geçiyor. Bayramın ondaki anlamını asla kavrayamayacağız.
Yılbaşlarında ise, neredeyse 1 haftalık yemek hazırlıyor, tek başına. Ocağın başında beklerken başının ne kadar döndüğünü, tansiyonu düştüğünde ocağın altını kapamayı unutmamak için nasıl zorla ayağa kalkmaya çalıştığını, kendisine hep "aa Hicri hiçbirşeyin yok, huysuz yaşlılar gibi kendini salıverme güçlüsün" telkinlerinde bulunduğunu bize asla söylemiyor. Eski kültürde yetişmiş o, bizim gibi en ufak sızıyı dağlar haline getirip anlatmak ayıp, çok ayıp. Şimdi ayakta ya, iyi ya, ya da iyi görünüyor ya en azından, herşey yolunda olmalı. Kimseyi üzmeye hakkı yok.
Ve ben beni 5 yaşıma kadar büyüten, her bayram yeni cicilerimi giydiren, çocukluğumun mutlu mesut geçmesini sağlayan, bana o eski kültürü verip, özümden şaşmama engel olan bir adap geliştiren bu kadını neredeyse hiç aramıyorum!
O benim canım, canımın ta içi!
Böyle bir canavara ne zaman dönüştüm?
Ne zamandır hayatımdaki değerleri itip kendimi soyutlayıp, yarı saydam bir perde çekmişim hayata?
Aman Allah'ım.
Hala hayattayken, benim canımken, ona ulaşabiliyor, dokunabiliyor, sarılabiliyorken, ne büyük bir manyaklık yapıyorum...
Anneannem, seni çok seviyorum.
İnci torunun.
Hamiş: İlk ve tek kız torunuyum, beni hep incim benim, güzel kızım diye sever... Esas kendisi bir inci. Hayatımda görüğüm en büyük, en parlak, en değerli, Gül kokulu incim.