30 Kasım 2012 Cuma

Ben mi çok duygusalım, yoksa bu kız gerçekten "insanlığımıza" nihayet, dokunmayı başarıyor mu..  
Ne yazık ki "dünya barışı diliyorum" yalnızca aptalların dileği olarak yafta yemiş durumda ve ben düşünebilen ve düşünemeyen akıllı ve aptal politik ve apolitik..yalnızca dünyadaki acının kendisini bu sığ dünyada ifade edebilmek için ne kadar muhteşem yollar bulmak zorunda olduğu gören bir "insan" olarak gözlerimden süzülen yaşlardan bile utanıyorum..



14 Kasım 2012 Çarşamba

Merhaba Sevgili Blog!

Uzuuuun bir aradan sonra tekrar yayındayım. Seneler içinde bu cümleyi öyle çok kurdum ki! Kendimi kendi sahnesine yeniden çıkan biri gibi hissediyorum ve yine heyecanlıyım.
Yine deri değiştirmenin acısı ve sıkıntısını yaşıyorum ama, bu defa büyük suda yüzmeye soyunuyorum.
hatta uzatmadan,
İstanbul,  geliyorum!

7 Haziran 2012 Perşembe

Any Other Name



Dayanamadım ve aradım.
Bir insanı rüyada gördüğüm zaman, hele hele bulanık değil de gerçekten gerçek duran bir rüya ise, uyandığım zaman hala etkilerini yaşamaktan alıkoyamıyorum kendimi. Az önce dokunabildiğim, artık dokunamadığım duruma karşı içimde sahip olamamanın verdiği bir mutsuzluk oluyor ve hüzünleniyorum.
Bugün de öyle oldu.
Dayanamadım ve aradım.
Sesini duyduğumda boğazımda bir şeyler düğümlendi..belli etmedim. Mesafeli konusuyordu. Bir süre aptal aptal havadan sudan bahsettik.  Ne söyleyeceğini o da bilmiyordu, onu böyle uzak bir ses tonuyla duyan ben de ne söyleyeceğimi bilemedim.  Bu konuda her şey yolundaymış numarası yapmayacağım...
..çünkü değil.
Bir daha mevsimlerden bahsedersem beni uyarın. Dün nihayet yaz geldi dedim, bugün dalga geçercesine soğuk. Yine de bugün güzel bir gün olsun, demeyi ihmal etmiyorum.
Günümün  fon müziği:

6 Haziran 2012 Çarşamba

Başlıksız Bir Gün


Sabah sırtımda ve kollarımda var olduğundan bile bihaber olduğum kaslarımın ağrısıyla gözlerimi açarken bile gülümsüyordum. Güzel bir gün olsun bugün, dedim içimden.

Dün akşam kendime bir iyilik yapıp spora gittim. Kendime iyilik yapmayalı uzun zaman oluyor.  Aero-Taebox gibi bir dersti. Sürekli hareket ettik, sürekli.. Terledikçe rahatladım, rahatladıkça vücudumda iyi birşeyler yapmış olmanın acılı hazzı dolaştı. (Aslında kaslarım acımasın diye endorfin salgılanıyor, bi numarası yok keyfimin.Ama şimdilik bunu karıştırmayalım.) Hoca önce sağ bacağı çalıştırdı. Çok uzun süren tek bacak çalışması sonunda -bana 20dk gibi geldi- bacağım alev almış yanıyordu. Tek böyle hisseden ben olmasam gerek, grup dağılmıştı. Hoca diğer bacağı çalıştırmayı unutup başka bir harekete geçerken önlerden bi adam
"-Hocam, diğer bacağı atladık." dedi.
Yanımdaki kadın "-Hani.." dedi,
"- ..sınıflarda ön srada oturan gerizekalı çalışkan çocuklar vardır ya, atlarlar herşeye.. Bu da öyle."

Aklım çırpıklanmış, kadını doğru duyup duymadığımı düşünürken biri kadına hitaben cevap verdi:
"-Hani..sınıflarda arka sıralarda oturan dersi kaynatmaya çalışan gerizekalılar vardır ya.. Sen de öyle.."
Kadın özür diledi, hoca diğer bacağı çalıştırmaya başladı…Ben de az önce yaşananlara şahit olmanın şokunda, beynimi çalıştıramadım..

Eve yürürken vücudumu hafif hafif yalayan rüzgarı selamlayıp,yaz gelmiş olmalı diye düşündüm.. Bu defa gelmiş. Ben de kendime gelmeliyim. Evdeki kendi krallığıma çıktım, yatağa uzandım. Tv'de Julie & Julia vardı…

Terasa çıkıp sigara dumanını şehrin üzerine üflemek istedim. Küçük bir kibir yaşıyorum bunu yaparken. Darrel'ın söylediği gibi, iç dünyan dış gerçekliğini yaratıyor. Tanrılar Okulu'nda da dediği gibi  "The world is such because youre such" Dünya böyle çünkü sen böylesin.
Belki de gözyaşı döktüğüm o olayları da ben yarattım. Hani bi seviyede yaratıcıyız ya. Önceleri çok iyi bir gerçeklik algım vardı ve mutlu oldum. Zamanla korkular ve endişeler beni sardı, ve korkularım elle tutulur gerçeklere dönüştü. Dünya böyle, çünkü ben böyleyim, onu da ben yaratıyorum. Bazen bu cümle kendine yüklenmek gibi geliyor, bazen de inanılmaz hafifletiyor. Sorumluluğu almak sanıldığı kadar ağır değil, aslında.. Çok hafifletici bir şey. Kontrol etmeye ihtiyacıız var ve tüm mutsuzların sebebi kendimiz isek, bunu da kontrol edebiliriz. "Hayatı geldiği gibi yaşa"  cümlesi asırlar boyu çok, çok yanlış anlaşılmış zannımca..

Bugün Aero-Yoga var.. Bakalım neler olacak.

29 Mayıs 2012 Salı

Huysuz Rüya

Bir bakyorum, o, Seyfi Dursunoğlu! Karlı fakat güneşin kendisini sakınmadığı bir günün ikindi saatleri.. Aramızda mesafe var. Yanında da insanlar birşeyler anlatıp duruorlar. Sesleniyorum, duymuyor önce, ya da duymazda geliyor.
Arkasından koşmaya çalışıyorum ama adımlarım öyle zor atılıyor, hareketlerim öyle yavaş ki..
Dar geldi.
Yetiştim ama.
Fotoğraflarını çekmek istediğimi söyledim.
Gülümsedi, olur dedi.
Bir sürü poz verdi.
Süper bir adam..

24 Şubat 2012 Cuma

Herkes Sanatçı Doğar

Abartmazsan sanatçı olamazsın. Sanat, abartıdır. En sadesi bile.
Yaşamın "sık algılanamayanı"na dair bir abartı.
***

Bütün çocuklar sanatçı doğar, sonra da "abartmamayı" öğrenirler.. 
Kendi biricik bakışımız ve yalnızlığımızla doğup, içini mümkün olduğunca toplum ortalamasıyla dolduruyoruz.


Sonra da az ya da çok kazanan sıradan insanlara dönüşmüyor muyuz?...

17 Ocak 2012 Salı

Marquez'in Son Mektubu

"Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup, can vererek beni ödüllendirse; aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok düş görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı düşünürdüm. İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır.

Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim.
Başkaları uyurken, uyanık kalmaya gayret ederdim.
Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.

Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, yalnızca vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığı ile açardım.

Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı, nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin yüzünü göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenadlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek, dudak kırmızısı taç yapraklardan öpmek isterdim.

Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı…

Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır. Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise, ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim.

Ey insanlar sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. 
Yeni doğan küçük bir bebeğin babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim.

Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayaak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir biçimde….

Artık ölebilir miyim?"