10 Haziran 2007 Pazar

Geçmiş Zaman Olur ki.. [ArşivOxy]

Bugün 27 Aralık. Atatürk’ün Ankara’ya ayak basışının bilmem kaçıncı yıldönümü. Cumhuriyet tarihini hatırlamakta tembellik eden hafızam bu tarihi asla unutamaz. Tam bir senemi, ilkokul beşinci sınıfımı 27 Aralık İlköğretim Okulu’nda okudum, yılda bir defa bu tarihte tören yapardık.

Okulumu hatırlayınca öyle hoş anılarla karşılaşıyorum ki. Annemlerin “sıkıntılı” olarak niteleyebilecekleri bir dönemdi belki, ama ben çocuktum ve çevremdeki –istisnasız- her şeyden tat alıyordum. Çocuklar öyledir ya, yanlarında bomba patlasa ne harika ışık yayılıyor derler.

Kocaman bir alan hatırlıyorum. Üzerini bozkırın otlarının kapladığı, yer yer kel, yer yer çimli bir arazi. Ben apartman çocuğuyum, ne yapılır bilmezdim bu arazide.

Babam oraya taşınmamızın 2. haftasında elinde yavru bir köpekle geldi eve. Köpek öyle tatlı, öyle masum ve burnu öyle siyahtı ki, annem dayanamadı ve ömründe köpek lafı geçse yolunu değiştiren kadın yavru köpeğe bakmaya başladı. O arazide aylarca köpekle birlikte koştum, yuvarlandım, oynadım.

Çok iyi hatırlıyorum, babam bir gün elinde esnek ince çıtalar ve defter kabıyla gelmişti eve. Bana renkli kağıtlar verip nasıl kesileceğini gösterdikten sonra oturup tahtaları birleştirmeye başladı. 2-3 saat sonra boyum kadar uzun, muhteşem, rengarenk bir uçurtmam vardı artık. Kuyruğunu da ben yapmıştım. Mahallenin en büyük uçurtmasıydı. Çok mutluydum.

Küçük bahçemizde boş bir kümes vardı. O gün kiraz ağacının tepesinde kendi kendime şarkı söylüyordum. Annemle babamı gördüm az ileride, ellerinde uzun çubuklarla 5-6 tavuktan oluşan küçük ve mütevazi bir orduyu bahçeye yönlendirmeye çalışıyorlardı. Çok komiktiler, çünkü çok acemiydiler!
Tam ağacım yanında geçerlerken sürünün tam ortasına zıplayıverdim! Korkudan uçarak (!) kaçışan tavuklar ve annemle babamın yaşadığı şoku ömür boyu unutamam! Cezam, ta öteki mahalleye kadar kaçan tavukların her birini bulup getirmek oldu. Ben de komşuların otlayan tavuklarından birer birer sürümü tamamlamıştım. J(Çok ayıp Oxy!) Hiç anlamadılar, hala gülerim..

Bir gün uçurtma beni sürüklemişti. Yere çökmüştüm, ona rağmen esinti öyle kuvvetli ve uçurtmam öyle büyüktü ki, toprakta sürükleniyordum. Ama inatla da bırakmıyor, çığlıklar atıyordum. İlk köpek ısırığımı o zaman yedim. Bizim siyah beyaz çoban köpeği Topak benim o halimi görünce sırtımdan kalçamdan nereyi yakalarsa oradan ısırmaya çalıştı. Beni durdurmayı düşünmüş olmalı. Benim için acı dolu bir deneyim, onun için de esaretin başlangıcı oldu. Annem köpek beni delirdi de ısırdı zannedip bahçeye bağlamaya başladı Topağı.

Akşamları bahçede çay içip günü bitişini ve günün en tatlı saatinde açmayı seçen “akşamsefası” çiçeklerimizi izlerdik. Yemekten sonra mahalle çocuklarıyla maç yapardım ben. Kardeşim de “sütten” sayılır, oynatmazlar, köşeden izlerdi. Saklambaç oynardık, birbirimizi korkuturduk. En çok kim zıplar yarışması düzenlerdik. Dolunaylı gecelerde mutlaka ruhların kaçırdığı ya da delirttiği bir adamın öyküsü anlatılır, herkesin evine sessiz, sakin, biraz da ürkek gitmesi sağlanırdı. Bizden yaşça büyük çocuklar, hani şu hayran hayran baktığımız, hep “her şeyi” bilirlerdi ve ne derlerse inanırdık. Onlar ruh kaçırır derse doğrudur, kaçırmıştır mutlaka. Aman biz kızdırmayalım.

Evet evet, bunları ben ilkokul 5.sınıfta yapardım, aklım nerdeyse artık…

Geçmişi özlüyorum..

Hiç yorum yok: