9 Ekim 2007 Salı

Algı Mağarası-Oyun

Tam önlerinde, ciddi bir uçurum vardı. Mağaranın nem kokusu, basık duvarlardaki sarkıtlardan damlayan tek tük iyonize olmuş buhar damlaları ve birkaç adım ileride karşılarına birdenbire çıkan ciddi bir uçurum.

Gilda, duygularını ifade edebilecek kelimeler bulamıyordu. Büyük bir labirent-mağaraydı bu, görsel algıyı yanıltmakta dünya üzerinde varolamayacak gelişmişliğe sahip, bubi tuzaklarıyla dolu.

Bubi=Aptal. Aptallar için hazırlanmış tuzaklara sadece aptallar düşer. 5 saattir içerideydiler, fakat beş yıl geçmiş gibi yorgundular.

Mağara- labirent, insan algılarıyla oynamaktan zevk alan bir çeşit yaşam formu gibi hareket eden, bir yoldan giderken birden duvarları silikleştirerek farklı seçimler yapmanızı gerektiren yollar çıkaran, bir anda dev bir kütlenin altında kalma tehlikesiyle yüzleştiren ve o anda yaşanan korkudan beslenen, iradeye sahip bir canlı gibiydi. Tehlike gerçek de olabilir, tamamen algısal bir yanılgı da. Mağara insanı okuyordu. Onun duygularını, seçimlerini “izliyordu”. Mantık vs duygu. Mağara bu çatışmadan adeta zevk alıyordu. Ve buna göre karşısına tuzaklar çıkarıyordu..

Bubi tuzakları.

“Aptallar için hazırlanmış tuzaklara sadece aptallar düşer” diye mırıldandı Gilda.

Buradan çıkabilirdi.

Uçurum bir illüzyon olabilir. Karşısına çıkan her tuzağı mantıklı şekilde görüp ilüzyonu fark etmesine rağmen, daha henüz “dur” noktasında iken, tam dur kararını vermeyi düşündüğünde devreye duyguları giriyordu. Ve illüzyon o noktada onun için gerçeğe dönüşüyordu. Eğer uçuruma inanırsa gerçek olabilir mi?

Aynı anda girmişlerdi buraya. Bir anda. Güvenebilecekleri bir tek birbirleri vardı.

Morris’e inanmak isteme duygusu, mantığı delik deşik eden kör balta. Ve bir de.. gizliden gizliye içeriye yerleşen ve filizlenen örtük sevgi.

Bu kaçıncı bubi tuzağıydı yakalanmak üzere olduğu?

“Bak, merdiven var”, dedi Morris.

Baktı.

“Hangi merdiven?”

“Önünde duran merdiveni görmüyor musun?”

Morris’in gözlerine baktı.

Her zaman masum, her zaman kaçamak bir giz taşıyordu o renkli gözler. Morris, kendini yok etme pahasına, sırf oyundan zevk aldığı için ona “bubi” muamelesi yapabilirdi. Karşısındakinin yanarken nasıl çığlık attığını duyarak kendini güçlü hissetmek için ateşe itebilirdi. Bir “can” sahibi olma ve o can üzerinde insiyatif kullanma hakkı bakımından eşit yaratılmış insanlar arasında kimin kimden üstünlüğü var? Ama eğer bir eşit diğer bir eşit can üzerinde onu temelden sarsabilecek bir etki sağlayabiliyorsa, bu eşitliği bozup “üstün” sıfatıyla ödüllendirilir. Onun canını yakabilmiş olma durumu, ve hatta onun canını “sonlandırabilme inisiyatifinin” gücü, sınırsız bir ihtirasla insanı çeker. Kendini kendine ispat etme yolu olarak bu “can alma” rolünü seçen insan, aynı zamanda kendini Tanrı’ya eş koşmuş, kudret bakımından denklik kurarak üstün benliğini beslemiştir. Huzur, sadece bu ispat oyununda varoluşsal bir gereksinime dönüşebilir. Oyun, canlı türünün kurgulama ihtiyacını giderebileceği tek yöntem. Kişi rol dağıtacak, senaryo yazacak ve yazdığı senaryoyu diğerlerine zorunlu dayatma yöntemiyle, kurgusal başlayan rolleri gerçekleştirecek. Kendini gerçekleştirecek. Büyük bir hırs.

Artık gerçek, sadece sezgilerden oluşan dengesiz bir tahterevalliden ibaretti. Tahtanın hangi ucunun “gerçeğe” basacağını Tanrı bilirdi. Gilda'nın, kendisine yalan söylendiğinde nükseden o kararsız tedirginlik hissi parmak uçlarına kadar indi, vücudu iyice gerildi.

“Orada merdiven yok…”

“Hmm.. Öyle mi dersin?”

“…”

Morris gözlerini kıstı.

Bir çeşit basınç kafatasına hücum etti.

Bir Tanrı olarak yücelmişken, hangi kuluydu bu; onun sözlerini inkar edebilme cüretini gösteren?? Sahnedeki oyuncular birden işi bırakma hakkına sahip değiller! Yazmış olduğu senaryoyu eleştirme hakkı oyuncuların değil, yazarındır! Nasıl, yani bir isyan mı bu? Morris’in kimyası hareketlendi. Bir reddediş, onun gücünü? Kim, kim bu güç oyununda kendisine meydan okuyan, sistemi bozup, büründüğü ve iyiden iyiye inanmaya başladığı egemen rolüne tehdit getirebilen?

Yumruklarını sıktı, elleri gücünü emen bir paratonermiş gibi, akışı durdurmak için.

(…devamı yarın.)

Hiç yorum yok: