15 Mayıs 2010 Cumartesi

Anlamsız Hastane Diyalogları 1

Annem bugünlerde biraz ızdıraplı. Sağ kol altındaki lenflerden birkaç tanesini aldılar. Ameliyat ertesi herhangi dikkat çekici bir komplikasyonla karşılaşılmadı derken önce vücudu bir maddeye karşı alerji duyduğu için şişti, apar topar gittiğimiz hastanede minicik bir hapla normal boyutlarına döndü, ardından yalnızca kol altında su birikmeye başladı. Tekrar hastaneye gittik.
Saat 22 civarı. Acil girişinden girdik ve derdimizi ilk deskteki ilgisiz bakışlı hemşiremsi kıza anlatmaya çalıştık.
“Sorun nedir?”
Annem başladı: “Şimdi ben önce ameliyat oldum, ardından vücudum enjekte edilen bir maddeyle şişti, şimdi de kolumun altından göğsüme doğru inanılmaz bir şişlik var ve çok acıyor”
“Doktorunuz kim?”
“Filanca Bey”
“Şişme ne zaman oluştu?”
“4 gün önce yumurt kadardı..sonra..”
“Aa, çok üzgünüm ama 4 gün önce niye gelmediniz? Burada acil vakalara bakıyoruz. Doktorunuzla konuşmadan bişey yapamayız.”
Ben müdahale ettim, “Ama bakın u geceyi geçirecek durumda değiliz, çok ağrısı var, birşeyler ters.”
Kız hiç ayırmadığı bakışlarını bilgisayar ekranından kaldırıp birkaç saniye için beni süzdü. Suratımdaki endişe acaba onda “bu kadın ağrıdan bağırıp duruyor, nasıl uyuyalım” etkisi mi yaratıyor diye düşünmeden edemedim.  Ses tonumu biraz yumuşatıp “Bir acil doktorumuz görse olmaz mı? Eminim verebileceği talimatlar vardır, en azından” dedim.
Bakışları yine ekrana kaymış, kayıtsızlığı yeniden yüzüne yerleşmişti. “Peki, bir tane acil doktorumuz var zaten, o da ileride. Pek sanmıyorum ama belki yardımcı olur. Sonuçta o bir acil doktoru..”
Son cümleyi açıktan açığa belli olacak bir küçümseme ifadesiyle söylemişti. bir “acil doktoru” olmak, buradaki hiyerarşide hafife alınacak birşeydi herhalde. Ya da arası bozuktu doktorlarla, veya yorulmuştu.. Otomatik empati kuran düğmeyi kapamaya karar verdim zihnimdeki ve annemle ilerlemeye başladık uzun, tuhaf kokulu koridorda.
Koridorun sonu, bir başka alanın başıydı, ve yeni bir desk, gürültülü insanlar, hastalarla doluydu. Bilgisayar başında bir hastabakıcı, yeşil kıyafetiyle oturmuş, yüzünde aynı kayıtsızlıkla, birşeyler yapıyor. Bu defa söze ben girdim. “Acil doktoru ne taraf..”
“Birazdan gelir.”
birazdan, gelmedi. Ayakta beklemek, gecenin ilerleyen saatleri, hastaların acılı inlemeleri, o tuhaf iğrenç koku. Annemin yüzündeki ızdıraplı ifade.
“Doktor bir hastayla mı ilgilen..”
“Buralardaydı, gelir şimdi.”
Şimdi de gelmedi. Epeyi bekledik. Ayakta. Yoruldum. Dayanamadım, alabildiğine sert bir tonda aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Üçüncü kattaki genel cerrahi bölümünde bir nöbetçi doktor olmalı değil mi? Olmalı olmalı. Derhal onu arar mısınız, ayrılmasın, yanına çıkıyoruz!”
Aptallaştı. Yüzümü ve beni de o an farketti. Birkaç saniye bakıştık.Aklım durmuş, kendimi yükselen adrenaline teslim etmiştim. Hani ilk kelimesinde saldıracak gibi hissediyordum. Ve hiç beklemediğim, aklımdan hiç geçmeyen birşey oldu; kahkalarla gülmeye başladı!
Kafasını az ileride onun yazdığı şeyi bekleyen beyaz önlüklü bir intern'e çevirdi. Ve ben de o çocuğu o an farkettim. Çocuk beni farketti. Annem çocuğa baktı. Ben anneme baktım. Çocuk bana baktı. Hepimiz aynı anda tiksintiyle hastabakıcıya baktık.
“Ben cerrahide asistanım. Minik bir dosya için buradayım. İsterseniz işim bitene kadar siz bana sorun nedir anlatın, ve birlikte yukarı çıkalım.”
O huzurlu yeşil gözleri unutmayacağım.
Annem olanları teker teker anlattı, çocuk sevgiyle dinledi. Hem ben sakinleşmiştim, hem annem. Az sonra elimde annemin dosyası, çocuk ileride biz bir adım arkada uzun koridorların sonundaki asansördeydik.
...
Sonraları geldi aklıma. Ben hala o çocuk meymenetsiz suratlı hastabakıcı niye güldü, anlayamadım. Hastaneye ne zaman gitsek düşünürüm, o adam niye güldü. 

10 yorum:

Atilla Çelik dedi ki...

Merhaba Selen Hanım,

Öncelikle çok geçmiş olsun. Umarım önemli bir şeyi yoktur annenizin.

Hastabakıcıya gelince, bana göre bunun bir çok nedeni var. Geçmişin idealize edilmiş prensipleri günden güne erimeye başlıyor maalesef. Hayat gerçek anlamda her açıdan zorlaşıyor. Özel hayattan günlük yaşama, yoruculuktan strese kadar. İnsanlar belli bir noktadan sonra işlerine bağlılıklarını ve sadakatlerini unutmaya başlıyorlar. Bazen öyle anlar geliyor ki, şu an yaptığımız iş hayatımızı sürdüren, hayata sıkı sıkıya tutunmamızı sağlayan şey olsa bile onca yorgunluk ve stres üst üste gelince yaptığı işe, iş hayatına zoraki çalıştırılıyormuş gibi gelmeye başlıyor.

Fakat hastabakıcının neden güldüğü konusu ayrı bir şey. Bir insan stresli, öfkeli, yorgun olabilir ama hizmet etmesi gerektiği kişilere kahkahalarla gülmesi garip. Hele ki bir insanın annesi söz konusuyken verdiği tepki ortadayken.

Hastanelerden ben de nefret ederim. 1998 yılında 1 ay hastanede yatmıştım ve hayatımın en kötü günlerinden biriydi. Sağ ayak bileğimden biyopsi ile sinir almışlardı ve minicik bir yaraya bakmadıkları için ayağım inanılmaz şişmişti. Bir yandan dikişler, bir yandan inanılmaz acı, kocaman olmuş ayak, içi irinlerle ve zehirli kanlarla dolu yaram derken sinirden oturup ağlamıştım. Nasıl saydırıyordum ama. Benimle ilgilenen şef izindeydi ve döndüğünde çok feci saydırmıştı bu çocuğa ne yaptınız diye.

Hastaneleri sadece bundan dolayı sevmem. Aynı zamanda hayatımın baharında, 13’ümde, annemin 8-9 ay boyunca hastane yattığını, onca zaman annesiz yaşadığımı ve her hafta sonu annemi ziyaret edip artık eski annem olmayan kadının garip ruh halini çekmeye çalışıyordum o yaşımda.

Hastaneye en son 7 yıl önce gitmiştim 3-4 ay öncesine kadar. Sert bir hastalığım olsa bile ki o normal bünyede yaşaması gereken bir şey, onun dışında çok ama çok nadir hastalanan biriyim. Ama hastanelere olan nefretim asla değişmez.

Sevgiler..

Knock Knock dedi ki...

Merhaba Atilla,
İnsanın yaptığı işe duyarlılığının zaman zaman istemeyerek de olsa azalması kesinlikle anlaşılır bir durum. Katılıyorum. İnsan faktörü bu zaten. Ama fonksiyonsuz bir insanın bana gülmesi, pek de anlaşılır değil :)
Senin de başından hoş şeyler geçmemiş, özellikle de ilgisizlik sonucu büyüyen yaraya çok sinirlendim. Rahmetli dedemin ameliyatında içeride sargı bezi unutmuşlardı ve o da kocaman iltihap olmuştu..
Sana kocaman bir maşallah demek lazım. Belki de hastane anılarının tek faydası, "bir daha oraya girmemek için" güçlü kalan bünyendir, ne dersin :)

oyumben dedi ki...

Neden güldüğünü biliyorum:
O adam hastabakıcı değil.
Gerçek hastabakıcı eli kolu bağlı hastenenin deposunda hapis.
Bu adam onun elbiselerini giymiş olan köyün delisi. ehi. ( Bence bu çok mantıklı bir açıklama, üstelik acil tohturu da diğer köyün delisi. Biri derhal depoya gitmeli... )

Atilla Çelik dedi ki...

Bilemiyorum gerçekten. Aslında kendime iyi baktığım söylenemez. :) Charcot Marie Tooth (CMT) hastasıyım. Üzerime titremem lazım ama titremem. Son aylarda doğru düzgün yemek bile yememç Gider sigarayı azıtırım. Stres üstüne stres yaparım. Yıllardır izine çıkamam. Tam bir robota dönüşmüşümdür. Her gün her sofraya oturuşumda bir taba yemek yer ve kalkarım. Ama neden hastalanmam bir türlü bilemem. Zannedersem dediğiniz gibi bünyem çok güçlü, fiziksel olarak zayıf görünsem de. Tabii bunda CMT hastalığımın normal insanlara nazaran bana dezavantajlı durumlar yaratmasının yanında diğer insanlara nazaran çok daha dirayetli ve güçlü olmamı sağladığının etkisi de vardır muhakkak. Ama şu uyandığımda bile direkt kendisini belli eden, 7/24 yaşattığı yorgunluk, bitkinli hali yok mu? Sıradan bir durum olarak gözükmeye başladı gözümde neredeyse. :))

Haa. Bir saniye. Pek yemek yemem ama feci meyve yerim. Her sabah süt içerim, her akşam muz yerim. Onun etkisi var mıdır acaba? :))

Yok! Sanmam. Bunları yapmadığımda da hastalanmıyordum :)

Knock Knock dedi ki...

Bu köyün delisi hala bile gülüyor olmalı..

hasret senfonileri dedi ki...

kuzum... annene sarılıp tüm enerjimi ona aktararak öpüyorum ve geçmiş olsun diyorum.. Hastane acile kaldırdığımı anlatma/ma/ya çalıştığım yazımda izam ettiğimi düşünenler olmuştu.. Pek çok konuda olduğu gibi bunda da beni anlayacağına eminim.. O hemşirenin derdini ben taaa buradan anladım .... da, sen burnunun dibindeyken nasıl anlamadın kuzum????
Hadi bana sıkıntılarınızın bitmek, gitmek ve bir daha gelmemek üzere defolmakta olduğunu söyle..

oyumben dedi ki...

Gülme mi?
Şu an pis pis sırtarıyor.
Ne feci bir deliymiş. Öğk.

Knock Knock dedi ki...

@Hasretsenfonileri
Sıkıntılarımız gitmek üzere ve bir daha gelmemek üzere , olmasını umuyoruz. Derin ilgi ve sarmalayışınız için teşekkürler.:)

@oyumben
Hani deli deliyi görünce edebini takınırdı ya?

Diloş dedi ki...

Garip ama hastabakıcının da halini bi düşünsene dicem yani kim bilir nelerle karşılaşıyordur... Tabi bu sizin o halinize o kadar tepkisiz kalmasını hoş görsetmez... Hatta evet gülmesini bile açıklayamaz ama adam muhtemelen yarı sıyırık olduğundan çok da abes değil durum.... Annene geçmiş olsun ayrıca

Knock Knock dedi ki...

Bloğuma hoşgeldin Diloş:)
Orası öyle yorulmuş olmalı. Belki normal zamanlarda olsa sesimi çıkarmazdım ama, zor durumlarda, özellikle hassas durumlarda sabrımın çıtası da hassas seviyelerde oluyor.
Ayrıca çok teşekkür ederim.