7 Ağustos 2008 Perşembe

Çay mı, Kahve mi, yoksa Kitap mı Alırdınız?

Odacılarım hep mi ilginç, seçme insanlar olmak zorunda yarabbim? insan çeşitliliğine hayran kalıyorum, bazen tüylerim ürperiyor. Kimden ne öğreneceğimiz belli değil. 25 seneyi devirmeme az kaldı, ama geri dönüp baktığımda en özgün insanların en önemsiz addedilen işlerde çalışan insanlar olduğunu fark etmek korkutmuyor değil beni. Bu insanlar bozulmadan kendilerini bilgi kirliliğinden nasıl koruyabilmişler?

Örneğin kendisiyle yalnızca çay-kahve bahsiyle muhatap olduğumuz şu anki genç odacım beni gözüne kestirmiş olacak ki geçen gün ben merdivenlerden inerken “-şey pardon, birkaç dakikan var mı?” diye durdurdu beni. “tabiî ki, neden olmasın” dedim. “Kuantum nedir?”

Kem küm derken zaman yolculuğuydu, quarklardı, bir yanıp bir sönen yandığı anda var söndüğü anda acaba nerde olan fotonlardan dilim döndüğünce bahsettim. Bunun boyutlarla bağlantılı olabileceğini, zamanın bükülmesini anlattım. İlgiyle dinledi, “deneyler C.E.R.N’de mi yapılıyor?” diye sordu.Dan Brown hatmi vardı belli ki. Eheh, yine gevelemeye başladım. Deneylerin hep yapıldığını, bunun yeni bir şey olmadığını söyledim. 60lardaki rainbow projesinden bahsettim. “hmm..” Sonra cümlemi tamamlamamı bekleyip, verdiğim bilgilerden ötürü teşekkür etti, işine geri döndü.

Etkilenmiştim. Özellikle ilgisinden. Merakından. Aradan geçen bir haftada kendi dertlerime daldım, bu hadiseyi unuttum gitti.

Öğle arasıydı. Yemeğimi yemiş, kitap okuyordum. Rahatsız etmemeye çalışarak yaklaştı. “ne okuduğuna bakabilir miyim?” Elimde “Ölümsüz (Disipline)” var. Uzattım. Kısa bir gözden geçirmeden sonra ilginç olup olmadığını sordu. Paralel boyutlarla ilgisi olan fakat biraz piyasa kitabı olduğunu söyledim. Öyle sorular sordu ki, kendimi çoklu paralel evrenler hakkında gevelerken buldum. Reenkarnasyonu paralel evrenlere bağlayarak konuyu kapadık. Harika bir öğle arasıydı, bu kızın iştahı beni kendimden geçiriyor.

Bir başka gün, çay verirken ona çarptım ve bardaktan fırlayan kaşık havada birkaç kez salındıktan sonra yere düştü. Refleksim kötüydü, tutamadım. Güldü ve “zorlama kendini, olur böyle şeyler. Hiçbirimiz bir profesyonelin reflekslerine sahip değiliz. Ben Şibumi diye bir kitap okumuştum…” diye başlayınca koptum artık. Şibumiyi bile okumuştu.

Üstüne yürüdüm, sıkıştırdım. “konuş!” dedim, korkuttum. Konuştu.

Popüler kitaplardan klasiklere, beyaz serilerden Nobel ödüllülere kadar inanılmaz geniş bir kitap yelpazeye sahipti. Üstelik bir kitabı beğendiği zaman özellikle aynı yazarın başka kitaplarına yöneliyor ve bir süre sonra yazar hakkında konuşacak birikime sahip oluyordu.9 yıldır eline ne geçerse okumuş. Ve öyle hızlı okuyor ki, bir haftada 500 sayfayı bitirmekle kalmıyor, başka kitaplar istiyor.

Kalakalmıştım. Artık kimin kimden bir şey öğreneceği meçhulleşmişti. Anlattığı şeylerden de etkilenmeye başladım, kitap ödünç istedim. İşte o zaman gülümsedi, ince derisinin yüzeye yakın damarlarına kan hücum etti, parça parça pembeleşti. “Bende hiç kitap olmaz..” dedi. “genelde buradakilerden ödünç isterim, okuyup, geri veririm…”

Aldığım derin nefesi uzun uzun verirken “Amaan..” dedim içimden.. “bende var da noluyor…”

Hiç yorum yok: