9 Haziran 2008 Pazartesi

Haftasonu

Bugünlerde strese girmeye, düşünmeye ayırdığım zamandan daha fazlasını harcıyor olduğumu fark ettim. Stres Alerjisi diye bir şey varmış, ondan çıktı! En son –ve ilk defa- geçen sene çok çok stresli zamanlar yaşadığımda tanışmıştım kendisiyle. Kaşınıyor, kızarıyor ve fazlasıyla canımı sıkıyor.
Pazar günü Jethro Tull konserine gittim. Detayları başka yazıda anlatacağım. Hacettepe Beytepe Açık Hava Tiyatrosundaydı. Oraya daha önce gitmemiştim ve oturma düzenini, mekana ait detayları bilmiyrdum. Bu nedenle önlere yakın olayım diye üç katı para verdiğim sahnenin ön tarafında, yanımda, en arkada oturanlarla omuz omuza şarkı dinlediğimizi fark edince, eh, sinir olmadım değil. Niye o kadar kategoriye ayırırlar sanki? Herkes aynı yerde dinlemiyor mu sonuçta?? Peh… Fotoğraf çekmek için gitmiştim gerçi ve bir arkadaşın da benimle olması günü ve geceyi kurtaran tek şeydi. Onun makinesini kullandık, hakikaten süper bir makine.
Benim kameram maalesef cumartesi günü talihsiz bir olay sonucu bozuldu.
Güzel güzel bağımsızlığımı yaşadığım bir gündü, güzel başlamıştı. Uyanmış, GJ’de oregonumu içmiş, eve gelip duş almış ve makinemle cumartesi günü kitap alışverişine çıkmıştım. Aklımda onlarca şey, tepede güneş, kızılayda türbanın yasaklanmasını destekleyen gösteri ve günün yüksek dozlu “satureyşın”ı vardı. Yanında fotoğraf makinesi olan bir amatör fotoğraf heveslisi için daha ne olsundu?? Polislerin nizami fotoğraflarını çektim, silahlarını çektim, gösteri yapan grubu çektim… ah pek keyifliydi.
kayıtlara girmesi açısından: 1- Bu tarz olaylarda elinizde tuttuğunuz fotoğraf makinesi diğer insanlarla aranıza Fucoult’un “özne ve iktidar” makalesinde nefis dile getirdiği örtük bir iktidar ilişkisi koyuyor. Bu iktidar ilişkisinde otorite koltuğuna yine örtük olarak kuruluyorsunuz: insanlar size yol açıyor, meraklı bakışlar size yaklaşmaya çalışıyor, ve birinden yardım istediğinizde normalde aksiliği tutacak bile olsa hemen isteğinizi yerine getiriyor. Yoksa hangi güç huysuz büfecinin sandalyesinin üzerine ayakkabılarımla çıkmamı sağlayabilirdi?? 
Neyse…
tam alışverişimi yaptım dönüyordum, işportacının elindeki renkli ipler dikkatimi çekti. Biraz durdum ve kendisiyle pazarlık yaparken, yaşlı bir kadın koluma yapıştı, kendisine para vermem için. Normalde elimdekileri veririm. Bugün o, yarın ben… Hayatın ne getireceği belli olmaz, hepsi iyi olsun, hepimiz iyi olalım. Ama her nedense hatun sırtımı sıvazlayıp kolumu tutup çekiştire çekiştire para isteyince tepem attı ve para vermedim. Vermediğim gibi, aksilikle tersledim, akıl verdim, kısacası ne kadar iğrenç davranış varsa sergiledim ukala ukala. Bir de üstüne beni korkuttuğunu ima ettim, iğrencim… yürüyerek oradan uzaklaşınca, haliyle iki dakika içinde gerçekliğimde ne kadın kaldı, ne dilenmek, ne de ukalalık. Yine düşüncelerime ve duygularıma dalmış şekilde otobüs durağına doğru yürürken yakaladım kendimi.
Aklımda Pazar günkü konser vardı. Fotoğraf çekeceğimi düşünüp heyecanlanıyordum. Otobüse binmek üzere ilk adımı atmamla çotaaa diye bir ses duymam bir oldu. Bir döndüm ki, gözümden sakındığım makinem kapak lens yerde serili.
O anda, daha o ilk şok anında anladım, bu benim cezam. Makinem bozuldu. Haftaiçi tamir ettireceğim, ve yok yere para bayılacağım. Kimbilir dilenci kadına verebileceğimin kaç katı… sonuç olarak canım sıkkın… ders oldu ders..

Hiç yorum yok: