5 Nisan 2010 Pazartesi

Zihinsel Sürtüşmeler - Özgürlük

Hola

Çılgın bir haftasonu ardından nihayet kendime ayırabildiğim şu dakikalarda, rengarenk pek çok duyguyla dolup taşmamı sağlayan herkese ve her şeye minnettarım. Şanslı, pek şanslı hissediyorum kendimi ve bu pek ender bir durumdur benim için. İlham, beyin fırtınası, sorgulamalar, neşe ve bunların yanında tanımlayamadığım hislerle dolu bir haftasonu geçirdim. Maminin kahkahaları hala kulaklarımda…:)

Zeki insanları seviyorum. Normal ve sıradan insanların (evet aşağıladım) yanında beynini kullanmadan da iletişim kurabiliyor insan. Kafayı çalıştırmaya gerek kalmıyor. Zaten fazlasını ne onlar kaldırabiliyor, ne de insan buna “gerek” görüyor. Gayet yüzeysel ve “anlam”dan uzak bir iletişme yolu ile hayatlarını geçirebiliyorlar.

Zeki insanları seviyorum. Onların zekaları, birlikte geçirdiğiniz vakit boyunca, yalnızca kendiniz için çalıştırdığınız zihninizin derinliklerindeki kıvrımları ateşliyor. Bir ateşleme bir diğerini, ve o da başka diğerlerini harekete geçiriyor. Zihin sözlüğünde çoktan karşısına tanım yazdığınız kavramları yeniden ele alıyor, onları n bir gelişmişiyle tekrar yazıyorsunuz. Hatta her koşul ve durumda yeniden yazılması gereken şeyler öğreniyorsunuz. Bazen hiç konuşmadan, yalnızca karşınızdakinin zekasına duyduğunuz heyecandan ötürü zihninizde çılgın roller coasterlar dönüyor, o kişi/kişilerin varlığı bile sizi sizin gerçekliğinize yaklaştırıyor..

İnsan yalnızca güvendiği kişilerin yanında özgür kalabiliyor. Evet özgürlük ezberim bozuldu. Bir süredir nedir insanı gerçekte özgür kılan sorunsalıyla boğuşurken, ilk ışık huzmesini gördüm. Pozitif negatif kuzey güney şu bu tanımlardan bahsetmiyorum. İnsan zihnini özgür bırakan şey, gerçekte, denk veya daha fazlası olan bir insanla kendisini ve dünyayı kadim sırlardan biraz daha arındırabilmek. Bu uğurda verilen çaba, zihni et parçası halinde tutan maddi sınırların kurduğu hapisaneyi her adımda biraz daha transparan hale getiriyor. Bir gün yok olacak o hapisane. Fikirler insanların kafalarında taşıdıkları ve etin glikozla beslendiği uyuşuk hapisaneyi inceltiyor. Ve bu ancak insan kendi fikir döngüsünde boğulmazsa gerçek olabiliyor. Çünkü kişi, yaratım gücüyle oluşturduğu fikri hiçbir denk fikrin eleştirisine açamadığında, etten olan hapisane bu defa kendi düşüncelerinin yarattığı girdap haline geliyor. Belki de bu yüzden, “birbirimize ihtiyacımız var”…

Özgür olmak için, bir alt basamaktaki birilerini özgür bırakmalı, ve bir üst basamaktakinin özgür bıraktığı kişi olmalı. Ve bu akut bir durum değil. Her fikir, her düşünce, her ezber için, her üretim için yeniden oluşan bir durum. Her, “kapıyı gösterdiğiniz ve içeri girmesini sağladığınız” kişi özgür kalıyor sanmayın, bir konuda sizi özgür bırakan, bir başka konuda kapıyı değil göstermenize, bizzat açmanıza ihtiyaç duyuyor olabiliyor. Bütün insanların anlama ihtiyacı var, ve bu ihtiyacın farkında olmayarak yaşayan bir milyon insan var. Yeni parayla bir milyon! Onlar kendi sayılarını dahi maddi unsurlarla ölçmeye pek gönüllüler.

Kimse özgür değil. Her konuda. Ve hiçbir konuda pek çoğu-muz.

Evet.. Çılgın bir haftasonu ardından nihayet kendime ayırabildiğim şu dakikalarda, rengarenk pek çok duyguyla dolup taşmamı sağlayan herkese ve her şeye minnettarım. Şanslı, pek şanslı hissediyorum kendimi ve bu pek ender bir durumdur benim için. İlham, beyin fırtınası, sorgulamalar, neşe ve bunların yanında tanımlayamadığım hislerle dolu bir haftasonu geçirdim. Ve herkese teşekkür ediyorum…

Belki de bu yüzden, sırf bu yüzden “bile” … “birbirimize ihtiyacımız var”…

Sevgiler...

5 yorum:

hasret senfonileri dedi ki...

mümkün değil ben böyle anlatamazdım.. aynı fırtınanın içinde olsak da.. aynı toz bulutlarını yaraıp görüş mesafesini ufka uzatabilsek de.. O kahkalarımın sebebi olan selen'im.. Akmadığı halde gördüğün gözyaşlarımın sebebini yok etmeye çalışan Selen'im..
Biliyor musun "doğurmak" sadece "anne" olmak için kafi bir sebep değil!
Senin derinliğine ihtiyacım var ..

Knock Knock dedi ki...

Kunziti yakaladınız değil mi :)))

oyumben dedi ki...

Yazını okuduğumda geçmişte bloguma yazmış olduğum bir yazı aklıma geldi:
Yoruma eski bir yazı eklemek gibi bir huyum olmasa da Sokrates’in ruhların hapishanesi ile ilgili hikayesinden bahsetmeden edemeyeceğim.

Ruhların Hapishanesi
Şu an bulunduğum yerde yaşadığım süreç içersinde; daha önceden hissettiğim fakat tam olarak adını koymakta güçlük çektiğim duyguların kaynağının, insanların kendi yarattıkları ağların tuzağına düşme gibi bir beceriye sahip olmasından kaynaklandığını anlamış bulunuyorum. Evet, kendi tuzağımda acı çekiyorum şu an… İçinde yer aldığım ve senaryosunu benim yazmadığım filmin aslında bir alegori olduğunu yeni yeni fark ediyorum. Gözlerimi kıstıkça, flu olarak gördüğüm sahnenin her geçen an netleşmesi ve önceki eksik algılarımla körlediğim bilincimin, akıl sınırlarımı zorlayan oranda gelişmesinin, üzerimde oluşturduğu baskıyı dengelemek için bulduğum yöntem ise umursamazlık. Sanırım çektiğim bu acı, ruhumun hapishanesinde yaşayan bir mahpus olmaktan kurtulmanın bedeli. İçinde bulunduğum durumu en iyi ifade edecek hikayenin Sokrates’in ruhların hapishanesi ile ilgili hikayesi olduğunu düşünüyorum. Bu hikayeyi yazmadan edemeyeceğim. Dikkatlice okunduğunda kendinizi bulabilirsiniz. Ve bu hikayede kendinizi bulursanız eğer kendinizi kaybedebilirsiniz. Kendinizi bulurken kaybetmeye hazırsanız okuyun:

“Ruhların hapishanesi fikri, ilk olarak , Sokrates’in görünüş, gerçeklik ve bilgi arasındaki ilişkileri irdelediği ünlü mağara alegorisiyle Platon’un Devlet’inde incelenmiştir. Söz konusu alegori, ağzı parlayan bir ateşin ışığına açılan bir yer altı mağarasını tarif eder. Mağaranın içinde kımıldamayacak şekilde zincire vurulmuş insanlar vardır. Ancak önlerindeki mağara duvarlarını görebilmektedirler. Duvar ateşin ışığıyla aydınlanır ve ışık insanların ve nesnelerin gölgelerini duvara düşürür. Mağara sakinleri gölgeleri gerçeklikle özdeşleştirirler, o gölgelere adlar verirler, onlardan söz ederler ve hatta mağaranın dışından gelen seslerle duvardaki gölgelerin hareketleri arasında bağlantı kurarlar. Mahpuslar için hakikat ve gerçeklik bu gölgeler dünyası demektir, çünkü başka bir bilgileri yoktur.

Ne var ki, Sokrates’in anlattığı gibi, mağara sakinlerinden birinin mağaradan çıkmasına izin verilecek olsa, o kişi, gölgelerin daha karmaşık bir gerçekliğin yansımalarından ibaret olduğunu ve mağaradaki arkadaşlarının bilgi ve algılarının çarpıldığını ve sakatlandığını fark edecektir. Sonra o kişi mağaraya dönecek olsa, ona göre dünya çok farklı bir yer olacağı için , asla eskisi gibi yaşayamayacaktır. Kuşkusuz, mağaraya kapatılmasını içine sindirmekte zorlanacak ve arkadaşlarının düştüğü duruma acıyacaktır. Ne var ki, edindiği yeni bilgiyi arkadaşlarıyla paylaşmayı denese, görüşlerinden ötürü beklide kendisiyle alay edilecektir. Mahpuslara mağaranın tanıdık görüntüleri, hiç görmedikleri bir dünyadan çok daha anlamlı gelecektir. Dahası, yeni bilgiyi benimseyen kişi artık gölgelerle ilgili inanca göre davranamayacağı için, diğer mahpuslar dışarıdaki dünyayı tehlikeli bir yer, sakınılması gereken bir şey olarak göreceklerdir. Yaşadıkları deneyim alıştıkları görme biçimine aslında daha sıkı sarılmalarına yol açacaktır.”

nihansu dedi ki...

Birkaç kez baksam da bloguna daha önceden bugün ilk kez gerçek anlamda geziniyorum. Yaratıcılığına, kelimelerine ve yazım gücüne hayran kaldım.

Ve bu yazıda, ben de kendi adıma seninle aynı düşünceleri paylaşıyorum. Bazen susarak anlaşmak ya da konuşmadan anlatmanın, anlaşılmanın zevki başka hiçbirşeyde olamıyor zeki bir insanın karşısında. Kendimi yanında yüksek sesle de ifade edebildiğimde o insan için ben onunla özgürüm diyebiliyorum. Sen çok güzel ifade etmişsin, çok güzel dokunmuşsun dokunulması gerekli yerlere...

Knock Knock dedi ki...

@oyumben
Bu alegoriyi hatırlıyorum ama yazıyı yazarken hatırladığımı hatırlamıyordum. Sanırım ben umursamazlık aşamasında çektiğin acı olan şeye alıştım. Aklıma Comfortably Numb geldi, serbest çağrışım. Kaybolmaya alışıyorsan bilinmeyen yolda yürümenin tanımına kayıplık dememeye başlıyorsun demektir. Belki.

@Nihansu
Öncelikle hoşgeldin ve iltifatların için çok teşekkür ederim, keyif alabileceğin bir blog olmasına çok sevindim(32diş gülümsemesi halinde:)) Hem, yanında özgür olabileceğimiz insanlar arttıkça, belki daha hızlı gelişiriz. Çoğalırız. Güzelmiş..