12 Şubat 2009 Perşembe

Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi


Hikaye tuhaf değil, mükemmel.

David Fincher’ı ezelden beri severim, bütün Hollywood teknik, tavuk seyirci yemleme ve aksiyon anlatıcılığını kullanarak ortaya ters köşeden gol atan filmler çıkarmaktan zevk alan bir haylaz gibidir(Game, Fight Club..). Benjaminin Hikayesi tamamen kendine özgü ve süreye bakıldığında sıkılma ihtimalini göz önünde bulunduran izleyicinin film bittiğinde dahi cast akışı da bitsin diye gözünü ayıramayacağı bir açlık sunmaktadır.


İlk olarak, şu mantık güzeldi: Benjamin doğduğunda ölüm döşeğindeki bir ihtiyar gibi görünüyor, zihni ise bir çocuk kadar duru. Zaman ilerlediğinde bedeni gittikçe çocuk görüntüsü alırken, zihni bir ihtiyarınki gibi bulanmaya, Benjamin “bunamaya” başlıyor. Yani Can Yücel’in “Hayatı Tersten Yaşamak” yazısıyla biçimsel benzerlik dışında uzaktan yakından alakası yok. Çünkü Yücel’İn yazısında insan hayata dair belli düzeyde bir farkındalıkla geliyor, ve odak noktası bilinçli ve tadını çıkarabileceğin bir hayatı yaşama fırsatı elde etmek.


Oysa şunu anlıyoruz ki, ister gençleşerek yaşa bu hayatı, ister ihtiyarlayarak, hayatın tadını çıkarabileceğin zaman aralığı aynı. Bir sahnede Daisy Benjamin’e "43 yaşında, ortada buluştuklarını fark ettiğini" söylüyor. Sanırım gençleşmenin ihtiyarlığa hiyerarşik bir üstünlüğü yok. Çünkü buradaki gençleşme bir noktada, kahvaltı yaptığını unutan bunak çocuklaşmasına ve altını kirletmeye doğru gidiyor. Daisy hamile kalıp Benjaminin “ileride çocuk olduğumda bana bakmak zorunda kalacaksın” korkularını gidermeye çalıştığı sahnede “hepimiz bir gün bez kullanacağız, ne var yani?” diyor. Ha ihtiyarlamış ve bakıma muhtaç kalmışsın ha bebekleşmiş , fark göremiyorum, ya sen?


Bunun dışında, işlenmiş çok hoş detaylar vardı. Örneğin,


“Biliyor musun beni tam 8 kere yıldırım çarptı.. bir keresinde..” şeklinde başlayan ihtiyar, ve işleniş keyifliydi.


Ya da, römork kaptanı Mike barda içkisini zevkle yudumlayıp kasıla kasıla sinekkuşu’nun saniyede 1200 kere atan kalbinden ve kuşun kanatlarının her çırpılışta 8 rakamını almasını anlatır. Kimsenin bilmediği bir şey biliyor olmanın keyfi bedeninde, oradakilerle arasında;
“ matematikte sekiz ne anlama gelir, biliyor musun, ahbap?”
“…”
“-SONSUZLUK! Ahahahahahhhaa”
Şeklinde geçen diyalogdan sonra, kendisi öldüğünde denizin üstünde hızlı hızlı kanat çırpan bir sinekkuşu olması, etkileyiciydi.


Daha pek çok güzel küçük keyifli mizansenler oluşuyor filmde. Ve izlenmeye değer.
Gece boyu hüngür hüngür ağlamış olmam, sevdiklerimi kaybetme korkusuyla ilgili bir sorunum olduğunu da düşündürmedi değil hani..

Hamiş: Fotoğrafçılar için de ilham verici sahneler barındırıyor. Daisy'nin, büyüyüp ateşli bir kadına dönüştüğü zaman Benjamin'in aklını çelmeye çalıştığı sahne son derece estetik ve şıktı. ters ışık, mermer üzerinde çıplak ayakla dans. arkadan yükselen duman. ahh, gerçekten hoş..


5 yorum:

Adsız dedi ki...

film hkkındaki yorumların güzel. beni ise izlerken kaygılandıran şu olmuştu, elbette "43" yaşlarında ortada birleşmişlerdi ama hiçbirşey o anda etrafının yaşlanıyor olmasını değiştirmiyor. düşünsenize hayat sana fiziksel bir gençlik sunarken sen 10 yaşında nerde oldugunu kimle oldugunu koskacaa bir hayat yaşadıgını unutuyorsun.. oysa ki sadece "bisiklete binme çağında"sın. ve ölürken, seni kucagında tutan kadınla hiçbir kimseye anlatılamayacak ve hiçbir şekilde tekrar yaşanamayacak bir aşkı unutmuş durumdasın!!! bu o kadar da adaletli bir yaşam degil. çünkü "yaşlılık" bence; insanın bir ömür herşeyi paylaştıgı ve dile getiremeyecek kadar mutluluklar ya da üzüntüler yaşadığı insanlarla beraber onların da büyümesini görerek hayatı sonlandırmaktır.

sevgiler, lavinya!!!

pebble dedi ki...

orası öyle, sadece şu var: ihtiyarlamak bir noktada beraberinde fiziksel bakıma ihtiyaç(alt değişimi vs), zihinsel farkındalıkta kayıp (bunama) gibi sepetlerle birlikte geliyor. eh, çocukluk da çok farklı değil. olgunlaştığın zamanki zihin yapın ve fiziksel yeterliliğin ne çocuklukta ne ihtiyarlıkta var. bu açıdan benzer buluyor, çocuklaşarak ölmenin yaşlanarak ölmekle bir farkı olmadığını vurgulamak istiyorum.
ha, olay sevdiklerinin öldüğünü görmeye gelince, bütün kalbimle sana katılıyorum . bununla ilgili bir korku şatosuna sahibim zaten, onu da belirtmiştim :)

Unknown dedi ki...

Hayatın sunduğu (seçemedğimiz) milyonlarca olasılıktan sadece biri. Alışık, duyulmamış olmasıyla diğerlerinden elbette ayrılıyor. Ancak çok güzel anlatılmış bir hikaye, damağıa yapıştırıp emerek tükettiğin bir çikolata parçası gibi. Ve RoI bunu filmden sonraki ikinci bir parça çikolata gibi anlatmış.
Ben her halükarda, kendim için de dileyebileceğim gibi, çok güzel bir birlikte yaşlanma hikayesi okudum, son anına kadar.

pebble dedi ki...

Çok güzel bir dilek, kendim için de diliyorum :)

pebble dedi ki...

RoI ben oluyormuşum , pek teşekkürler efem :)