21 Ağustos 2007 Salı

Limondan Kuantuma; The Secret'a varan Yol

İki ay önce kadar, bir arkadaşımın tavsiyesiyle tanıştım onunla. İlk gördüğüm anda ilgimi çekmişti, çünkü renkliydi, değişik bir enerjisi vardı. Her gün ona ayırdığım zamanın arttığını fark ediyordum. Referansı çok kuvvetli olduğu için değil, içimden geliyordu. Hep bildiğim şeyleri anlatıyordu, yeni bir şey yoktu. Ama öyle etkileyiciydi ki, hayatla ilgili ilham almaya başladım. Her sabah görmek istemeye başladım onu. Her akşam. Her fırsatta.

Dünya’nın ve şuan Türkiye’nin en çok satan kitapları arasında ciddi ciddi uzun süre zirvede kalacağı belli olan şu müthiş “hayatınızı değiştirmek elinizde” kitaplarından biri olan, THE SECRET’ tan bahsediyorum.


Şimdiye kadar %100 Düşünce Gücü başta olmak üzere, insanın ana yaratım kaynağı olduğunu anlatan sayısız kitap okuduk, sosyal belleğimizde kim bilir nelerin nelerin alt yapısı var. Her günün aslında bugün olduğu ve “bugün”ü yaşamamız gerektiğiyle başlayıp, her alanda başarı için kendimize güvenmemiz gerektiğiyle biten.


Dale Carnegie’nin 1976 basımlı Üzüntüyü Yen Şen Olmana Bak kitabındaki –o zaman için pek çok insana ilham kaynağı olan- “limonu gördüğünde ondan limonata yapmayı düşünebilmelisin, tüm güç sende” tarzı mesajlar insanların gelişim için referans noktası olarak kendilerini almayı düşünmeleri açısından ciddi bir devrim sayılabilir. Ayrıca 70lerde Hippiler ortalıkta dolaşıyor, bugünün ideal prensiplerinden sayılan insan merkezli yaklaşım, o zamanlar sadece tepkisel gençlerin kendilerini marjinal ifade yollarından biri olarak ortaya konuluyordu. Pek çok insan içine düştüğü sıkıntılardan kendini motive etmeye çalışarak çıkma yolunu denemeye başladı ve Carnegie de güzel bir servet sahibi oldu.


Fakat insanlarının sadece kısa süreli bir “vay be” yaşadıkları ve hayatlarını öyle 7 adımda, 12 basamakta değiştiremedikleri görüldü süreç içinde. 80lerin ikinci yarısında sayısız kişisel gelişim kitabıyla doldu taştı raflar. Yeni bir şey söylemeyen.


Esas devrim, insanların pozitivizmin “nesnellik” saçmalığından biraz kurtulma çabalarıyla gerçekleşti. Bu da ilk defa görünmez boyutta bir şeylerin varlığının –neredeyse- bilimsel olarak kabul etme eğilimine girilmesiyle oldu. Öyle ya, insanın beyninin ürettiği enerji görülebilir bir şey değil, fakat “var”. O halde haydi beynimizi çalıştıralım! Ne düşünürsek o olur! Zaten new age insanları ele geçirdi, herkes kendi gerçeğini yaratsın!


Bilimsellik eğilimleri 2000lerin “what the bleep do we know” filmiyle meşruiyet kazandı ve rüştünü ispat etti. Viva kuantum!


İşte the secret, bu yolculukta varılan en son nokta. Post-pozitivizmin bize sağladığı özgürlüklere bayılıyorum. Kitabın dediği şey şu, Alaaddin’in sihirli lambasına sahipsiniz, o da evren. Ve sayısız dilek hakkınız var. O halde azıcık okşayıp, doğru şekilde istemeye başlayın!


Fazlasıyla motive edici.

Hiç yorum yok: