6 Şubat 2008 Çarşamba

And Oscar Goes to...Nowhere.


Ulak filmi.. Büyük beklentilerin, olumlu önyargıyla gidildiği halde büyük hayalkırıklığı yarattığı bir Çağan Irmak filmi.

İzlemediyseniz, bu yazıdan hiçbirşey anlamazsınız.

Fragman, sloganlar, yapılan ilk eleştiriler, hepsi "zaman ve mekandan bağımsız" bir film iddasında. Doğru, mekandan bağımsız, herhangi bir şehir, herhangi bir ülke yok. Hatta öyle ki, biri bir ağızla konuşuyor, diğeri farklı bir ağız ile cevap veriyor (bkn. Nevşehir-Kütahya ağzı)

Enfes makyajlar, kostümler hazırlanmış. Köy, kendi halinde, bağımsız. Dekor süper. Kamera geçişleri ve ses tonları, insanı kaliteli birşeylerle karşılacağı ümidini veriyor ve Çağan'ın filmi başlıyor.

Aman, bir film izledikten sonra damağımda ucuz bir tad kalmasından nefret ediyorum. Hayaletlerin dile geldiği filmin ilk yarısındaki o komik sahneye kadar, hakikaten heyecanla bekliyordum. Ama beş kişinin beyazlara bulanmış ve çok az silikleştirilerek (bari azıcık uğraşsalardı) ortaya çıkıp aynı ağızdan çok etkili olduğunu sandıkları cümleleri kötü bir senkronla tekrar etmeleri ne yazık ki tüm heyecanımı tatsız bir şaşkınlığa çevirdi. Sonuçta Türk filmidir, efekt kaygım olmamalı diye devam ettim izlemeye, senkronu da yok sayarak. Ardından 2. yarıda tüm gizem çözüldüğünde, aslında ortada ne tutarlı bir hikaye, ne masal, ne rivayet, ne hakikat olduğu ortaya çıktı. Ağır ifadelerle ağırca söylenen boş cümlelerden tutun da, basit oyunculuğa kadar, herşey BERBATtı. Amansız bir illete kapılıp ayakları tutmadığı ve arkadaşlarıyla koşup oynayamadığı için kendisini okumaya veren Ahmet'e gelen komik vahiy mi, yoksa yazdığı "kutsal" kitabı çoğaltırken "kitabın tamamını okumaya cesaret edemediği için" yazmayı yarım bırakıp ihanet eden 6.kişinin sebep saçmalığı mı daha akıldan uzaktı, karar veremedim. Zamanında hastalık geçirip sağlıklı şekilde iletişim kurmak nedir asla öğrenemeyen ve hasetle geçen ömrünün sıkıntılarını düşünmeye zamanı kalmasın diye kitap okurken sağlıklı insanlara diş bileyen her çocuğa vahiy gelse, durum vahim olurdu büyük ihtimalle. Bu insanlar dünyayı ne zannediyorlar Allah aşkına?

Diğeri de ucuz bir Yehuda göndermesiydi, ama filme sindirememişler mevzuyu, can sıkıcı.

Bu film nasıl bu kadar abartıldı, anlayamıyorum. Ucuz yapımların üstünü parlatıp yedirilmeye çalışılmasına, üzülüyorum.

Bir sahnede masalın kalanını hasta olduğu için dinleyemeyen ve kardeşinden ilgiyle anlatmasını bekleyen kız çocuğu yataktan öyle bir düşüyor ki, avuçları kan içinde, kollar iki yana açık, beden sopa gibi. İsa'nın burada işi ne?

Gereksiz bir film, çok gereksiz. Demedi demeyin.

Tek bir oscar var elimde, onu da büyük bir içtenlikle neredeyse oyunculuk yapmayıp kendilerine tekrar edilen her cümleye inanmış çocuk oyunculara verdim gitti.
Hoho'dan Ek: Masalcının çocuklara anlattığı hikaye aşırı şiddet içeriyor, bu mudur?

Hiç yorum yok: